29 Aralık 2010 Çarşamba

Aşkı Bulma Rehberi

Kampanya! Bum Bum! Hayatın size sunmuş olduğu bu muhteşem fırsatı kaçırmayın , 1 adet aşk alana yanında manita bedava!Herhangi bir arızada yenisiyle değiştirmek ücretsiz!Bu fırsatı kaçıranın kafasında soya fasulyesi peydahlansın! Bu kampanya stoklarımızla sınırlı olup , Ocak ayının 32. gününe kadar geçerlidir.

Evvela herkesin arsız bir şekilde aşk aramasına takılmış durumdayım. Nasıl bir husustur ki insanlar bıkmadan usanmadan aşkın peşinde koşar nasıl çabalar nasıl perişan olur. Evvela aşkı aramanın kuralları nedir , bir metodu var mıdır bunuda bilmemekteyim. Zaten kafamın ırzına geçen asıl hususta budur. "Ben aşk arıyorum abi" söylenmesi kolay bir mesele eyvallah lakin bunun getirileri bir o kadar çaba gerektiren extra komplike bir husus ki savaşmak ve sevişmemek(Bakoya sevgiler) gerekiyor. Ne ise durum ağır , durum karışık , durum delidivane. Misal oturduğu yerde aşkı arayan bireyin hayatına bakın aşkı bulmak için hiçbir bok yapmıyordur. Lakin sözde aşkı her daim aradığından kendisine "Ne oldu senin aşk işleri ha?" sorusu sorulduğunda "Çok çabalıyorum abi ama olmuyor :S" cevabını alırsınız. Hatta aşkı aradıkça dahada bi yanlızlığa kapılıp dahada bi depresyonun diplerine inip bi sigara içiyim kafasına giriyordur. Gittikçe bir saplantı haline gelen bu aşk arayışı , karanlık şarkıların ve mum ışığının hüküm sürdüğü bir hayat perspektifinin insanın ruhuna nakışnakış işlenmesi üzerine evine tıkanıp kalmış bireyler doğması pek normal bir husustur. Oysaki hunharca aşk aranmış aranmış ama sonuç olarak evde kalmış mutsuz bireyin tohumlarını çoktan çatlamış ve dallanıp budaklanmıştır. (bunlar saç baş , bacak , koltuk altı ve genital bölge kılları ile reel hayatta kendini gösterir) Evvela bu durum ne yaman bir çelişkidir ne içinden çıkılmaz bir durumdur orası hala muammadır. Bu tiplere Melankolik Aşk Arayan Denyo denmeside bu meseleden ötürüdür. Muhtemel aşkı bulma süresi : En az 1 yıl olup diğer ucu açıktır.

Lakin aşkı harbiden arayan bireylerde mevcuttur. Evvela ne istediğini bilen bir kafada önüne çıkan her türlü fırsatı (karıyı/erkeği) hüpletircesine flörtöz bir yapıda olması her zaman görülmeye değer bir husustur. Özellikle sırf aşk umuduyla belki çok kalifiyesiz belki çok bedbah bireylerle bile ağır ağır flört edip aslında olunması gereken durumdan çok çok uzaklara yelken açmak pek komik bir unsurdur. "Abi bu sefer ağırdan alıyorum sanırım elini 2 haftaya tutarım" kafası çok modern bir davranış olup , o el tutuldukdan sonrada bu ağır silsileden anında uzaklaşılıp hemencikcik sevişme moduna girilmesi çok çok extreme bir modernizm örneğidir. Fakat kanımca bu davranışın sonucunda ortaya bir aşkın doğması çok düşük bir istatistiktir. Aşkı , Aşk Pide Salonundan lahmacun ısmarlamak gibi bir durum söz konusudur. Beklersin beklersin önce mezeler gelir ufak bir balon ekmek gelir , salata gelir , ayranın gelir ama lahmacun gelmek bilmez. Zaten o yolda çoktan önündeki mezeler ve balon ekmek ile bi çıtır doymussundur ayran ise midede yüzen bir deryadır. Kalkıp gitsende birşey kaçırmassın kafası geçerlidir. Kısacası aşk ısmarlamak büyük bir ahmaklıktır lakin bunun farkına lahmacunlar fırından çıkmadan mekandan uzaklaşma isteğinin ağır derecede körüklenmesi ile hissedersin. Çoğu zamanda gitmek ve kalmak arasında bir yerlerde gezinildiğinden ya boktan bir ilişkinin içine dalarsın ya da kaçarak erdemli bir davranışta bulunursun. Bu tarz arada kalmış insanlar , aşk yolunda en çok rastlanan bireyler olup benim en çok güldüğüm olayların öznesi kişilerdir. Keza Aşk Pide Salonunda kalmayı tercih eden bireylerin hali gün geçtikçe daha bi ağlak daha bi sıkıntılı daha bi karambol hal alır. Pide Salonunun sahibi "Eros" masanın fazladan işgal edildiğini düşündüğünden pispis bireyi keser olay hesap ödemeye geldiğinde ise extradan masa işgal parasınıda bir güzel yapıştırıverir. Sonuç olarak bu tarz aşkın peşine düşmüş bireylere Desperate Pastane Çocuğu denmesi pek normaldir. Muhtelem aşkı bulma süresi : 6 ay ile 1 sene arasında değişir.

Bir de daldan dala konan aslında aşkı hiçbir zaman aramadığını deklere etsede , kalbinin bir tarafında sürekli aşkı düşünen bireyler vardır. Bunlar genelde one night stand kafasında yaşayan insanlardır. Bu tarz bir hayatı benimsemeleri kendi beyanları ile eskiden yaşanan bir ağır bir aşkın sonrası düşülen durum olarak tanımlanır. Yılda 5-6 kez aşkı göstere göstere aramaya koyulan bu bireyler daha ilk günden sevişme eğilimi gösterdiklerinden bırak aşkı karşı tarafa herhangi bir sevgi bile hissetmeden aşk defterini kapatırlar. "Sevişince sevemiyorum abi" ise aşk arayışında en sık kullandıkları cümledir. Bu bireylere ise Uçan Penis denir. Muhtemel aşkı bulma süresi : En iyimser 5 yıl diğer ucu açık

Sonuç olarak , aşkı çeşit kuramsal yaklaşımlar ile aramak büyük bir aptallık örneğidir. Ha bu şekilde başarılı olan bireylerin sayısıda fazladır ki ona diyecek bir durum yoktur. Lakin aşkın aslı insanı gündelik hayatının bir yerinden yakalar. Bakarsın çalışma ortamında bakarsın kantinde bakarsın otobüste bakarsın tuvalet sırasında.. Aşk heryerde lan yeterki onu gerçekten isteyin ve özümseyin. "Niyet ettim Allah rızası için aşık olmaya uydum nazır olan Erosa" ile başlayan her gün aşık olmak için en muhtemel gündür. Allah yolunuzu açık etsin hafızlar. HIZLANIN!

14 Aralık 2010 Salı

İş İşleri ve Getirdiği Ekstrem Meseleler

Hop-hop iş işlerine adım atmamdan mütevellit pek bi yorgun pek bi içi ufak-ufak kafein dokunuşlarıyla gıdıklanan bir kafada sizlere sesleniyorum. Evvela boş-boş geçen keyfekeder günlerimi nasıl minnoş-minnoş doldururum kafasında önüme kadar gelen hatta bi çıtır baskı ile mecburen iş işine zıplamam gerektiği mesajı üzerine iş işine girmiş bulunmaktayım. Eh malumunuz yıllar yılı dünyanın en üşengeç insanı ödüllerini kimseye kaptırmayan ben , nasıl olurda iş işine adapte olur düşüncesi içersine düşmeme rağmen içimde bir yerlerde bezelye tanesi kadar mevcudiyeti bulunan enerjiyi dışarıya pek-pek vererek bu iş işinin üstesinden geldiğimi söylerebilirim. Ha daha iki gün oldu ha gerisi nasıl olur bilemem lakin benim gibi kaşar adamın laikiyle yapabiliceği bir iş işine girdiğimden mütevellit kafamda bi çıtır rahat. Geleceğe evvelayatından pek bi pozitif baktığımda aşikar. Düz ve net cümleler sonrası daha pek taze-taze olduğum işte başımdan geçen birkaç ilginç durumu anektodlar halinde paylaşmak isterim.

Evvela bilinir ki ilginç olayları üzerime çekmekte üzerime yoktur. Girdiğim iş işininde pazarlama husus üzerine olduğundan mütevellit zilyon tane bireyle burun-buruna gelip cins-cins muhabbetler içerisine girmem de müktedirdir. Daha ilk günden kendini gösteren bu husus , İzmirin daha önce hiç bulunmadığım hatta adını bile duymadığım Pınarbaşı-Işıkkent civarlarında gerçekleşen hususlardan ilki sadece kamyon ve kamyoncuların bulunduğu territoryde yanımda 35-40 yaşlarında bir Cougar ile araba kafasında fallik-fallik gezmemiz sonucu zaten üzerimizdeki bakışların ne denli sıkıntılı olduğu aşikardır. Evvela hiç sınır tanımadan önümüze gelen her türlü lojistik firmasına girip "Merhaba biz Navicellden geliyoruz. Alman firması cart-curt. Araç takip sistemi taktırmayı düşünür müsünüz?" introsundan sonra pozitif respond aldığımız yerlerde cay kahve (ki her daim Oralet) ikramı üzerine 1238912312 adet tüketilen meşrubatlar sonrası genelde doğu orjinli kamyoncu bireyler ile teknolojik meseleler konuşmak bir yere dursun aralarından ekürim Cougar'a sulanan Erzincanlı bireyin bizlere "Cağ Kebabı" ısmarlaması zaten beni benden almış bulunmakta idi. Pek aktif pek haraketli geçen ilk günün son demlerine doğru hayatımda görmediğim kadar erkeğin bir arada bulunup bir adet bile bayanın bulunmadığı bir sokaklar silsilesi olan siteye yanımda bir bayanla girdiğimde hayatımın en komik anlarından birini yaşıyacağımı bilemez idim. 19238719831 tane erkeğin haraket halindeyken durup aynı anda bize bakması ve konumlarını 1-2 sn bozmamaları görülmeye değer durumlardan biriydi. Hayat durmuştu ve bütün ilgi bizim üzerimizdeydi "ahahudhqwoduqw" bunları yazarken bile gülüyorum. Kendimi KRAL gibi hissettiğim tek dakika olucak sanırım keza manita bendeydi hani! ıyk! Zaten sonrasında da nazar değmesi tadında bir olay yaşamam normal karşılanmalı ki siteden çıkar çıkmaz otopark girişlerindeki indirmeli kaldırmalı mesele kafamın tepesine giyotin kıvamında bir güzel düştü. Az kalsın araya gidiyordum ki neyseki altında plastik bi mesele varmış ki kafamdan sekerek bütün enerjiyi bünyesinde topladı. Sonrası zaten gün bitti.

İkinci gün ; illegal muhabbetlere daldığım ve hayatımın seyirini değiştiren hususlardan biri yaşandı. Kamyonlarına araç takip sistemi taktığımız bir işletmeye tahsilat için gitmişken ki köpek bağlasan yaşamaz bir mekanda Mustafa Beyi bekleme anında kendisinin abisi olan adını hatırlamadığım ama bende çok büyük izler bırakan birey olan abisi ile eşrefli bir muhabbete daldım. İşletmenin kapısında sürekli bir kamyon trafiği olması ve gizli kapaklı bir yerden sürekli benzin pompalanması ilgimi çekmişken içinde bulunduğumuz odaya sürekli akan kamyoncu trafiği ve milyarlar sonrası işin kaçak mazot olduğu ortaya çıktı. Zaten direk pür dikkat kesilip durumu 2007 model Ford kamyonun Denizli-İzmir istikametinde yol alırken başka bir kamyonu sağdan soldan catır-cutur sollaması üzerine ağır spesifik kamyon muhabbetinden kaçak petrol muhabbetine getirmemde çok sürmedi. Fakat bahsi geçen bu Ford kamyonun kalitesini muhabbete kapıdan müdahil olan bireyin betimlemesi aynen şöyle idi "Hani karı ile evlenirsin , ilk başlarda çok yüklenmessin sonra karı seni baş taçı eder ya , işte kamyonlarda ona benzer ilk başlarda çok basmıyacaksın yavaş yavaş basacaksın ki sonradan hızlansın" BOOM brainfuckerz! Ne ise kaçak petrol işine girersek , bu durumun kaçakcılık bürosu tarafından kontrol edildiğine ve hiçbir yaptırımı olmadığını falan öğrendim. Hatta adamlar günün sabahında 8232 yere eş zamanlı baskın yapmış ve bulunduğumuz şirketin deposundaki bütün mazotu almışlar. Adama "Ee abi senin ne işin var burda içerde falan olman gerekmiyor muydu?" sorusuna adamın "Yok yahu giden sadece mazot oluyor , bize dava açıyorlar ki benim 7 tane davam var her biri 2-3 milyar para cezasına mutakıp ediyor.Ama ben çok beyfendi adamım ondan kazanıyorum. Adamlar baskın yaptığında yemek yediriyorum , sigaralarını alıyorum sonra merkeze gidiyoruz sonra onlar beni orda içirip yediriyor geri geliyorum. İnan o kadar çok mazot satıyorum ki İzmirdeki bütün petrol ofislerinin toplamından daha çok mazot gidiyor benden. Ayda 1 milyon litre mazotum var temiz." cevabı benim ciddi ciddi kaçak mazot işine girmem için büyük bir motivasyon sağladı. Adamların sattığı mazot ise piyasa fiyatının yarısı! Mekanda yarım saat kadar bulunduk ve adamın yaptığı satış en az 10 milyarçıktı. Kafayı yiyecek gibi olduğum dakikalardan biriidi. Yedim zaten kafayı , bu işe gireceğim abi ben! Bitti!

Bu iki gün başımdan hususlardan sadece 2 tanesi. Yazmaya üşeniyorum esselam. Lakin 2 günde başımdan bunlar geçiyorsa bu işin devamı nerelere gider bilememekteyim. Bakiciğiz. Evvela kaçtım tosunlar. Birazcık AKARSU ile ŞELALE sesi arası bir sesle uykuya dalıcığim. Mucx!


18 Kasım 2010 Perşembe

Şahin K : Günah Keçisi Meseleleri

Mevzu bahis film çekimlerine istinaden bir adet blog paylaşmak artık elzem oldu. Sürekli durumsal hedeleri yazdığımdan bu anı tadında gelişen olay sirkülasyonunu da bir şekilde sizlere anlatmaya çalışacağım moruklar.

Evvela günlerden bir gün wcde ulvi görevimimi tam takım bir şekilde görürken çalan tel sonrası "-Abi Bodrumda 5 gün 500 tl gelir misin? + Tabi abi ordayız" diyaloğundan sonra kendimi 2 gün sonra "Şahin K : Günah Keçisi" adlı filmin setinde buldum. Ha durum ilk kez ifşa olduğunda aslında buna ben de inanamadım ama shit happens abi. Çok experimantel bir herif olduğumdan bu iş kafamada ciddi derecede yatmış bulunmuştu esselam. Ne ise , 8 kişilik bir eğitim ekibinden bir adet rolüde ben çalmıştım. 8 kişiden sadece Hüseyin ile biz birbirimizi tanıyor idik. Diğer ekip ilede ülvi bir şekilde tanışıp daha 2. günden enseye şaplak göte parmak durumunu yakaladık. Sonra sonra ne iş yapıcağımız setteki görevimiz nedir tadındaki merak edilen sorularda yavaş yavaş cevap kazanmaya başlamıştı. Bizler ilkin teşkilatlı apaçiler olup sonrası Şahin K , Nuri Alço ve Tecavüzcü Çoşkundan incilerle beyfendi olma yolunda ilerleyen gençler idik. Yönetmenin ilk filmi olması ve hava muhalefetleri sonucunda 13 gün kadar orada konaklamak zorunda kaldık falan. Fakat bu süreç içerisinde efsane derecede eğlenip , yemek sırasının her zaman ilk sırasını ve kahve-çay olayında günde ortalama ekipcek 100 bardak ortalaması yakalamıştık. Çokcada gülüp eğlendiğimiz için sevenimizde çoktu ama ağır toplar tarafından sevilmediğimizde acıktı. Oysaki biz sürekli dalgamıza bakıyorduk ki hatta mottomuzda bir Şahin K klasiği olan Aşk Adası adlı filmdeki ölümcül replikten gelmekteydi. "Biz buraya sikişmeye , eğlenmeye geldik"

Gerçi bu mottanın Şahin K tarafından bizzat seslendirmesine kışkırtmalarımız sonucu 2-3 kere denk gelmemiz de bizi dahada galeyana getirmekteydi. İçinde bulunduğumuz bu saçma sapan ama olabildiğince eğlenceli günler içerisinde bizleri en çok öldüren quest ise Çoşkun abimizden geldi. 8 kişilik ekipten bir kaç arkadaşımız ağır derece karı kız peşinde koşmaları sonucu kendilerine yakıştırdığımız "Uçan penis" yakıştırması sonucu bunu bir bilene danışalım tadında haraket ederken , Çoşkun her zaman ki gibi sağda solda avare avare gezip sürekli ona buna salça oluyordu. Yanımızdan geçerken ondan daha salça olabilicek biri varsa ki o da benim kendisine sordum. "Abi uçan penis ne demek?" ve bizi şok eden cevap 1 sn sonra kulaklarımızdan içeri girip aklımızın ırzına geçti. "Kalkanını çok gördüm ama uçanını hiç görmedim!"

Bu yıkılış anından sonra tabi tabi zilyon tane olay geçmiş idi başımızdan. Biz ise herşeyi taşşak malzemesi olarak görüp herşeye "AHAHAHAAHAH" tadında yaklaşan gençler olarak son gün başımızdan geçen ağır bir husus sonrası , seti acilen terk etmek zorunda kalmış ama ben belli bir amaç için orada kalıp tekrar seti karıştırma görevini devralmıştım. Burada mevzu bahsi gecebilicek bir husus olmadığından olayı zırt diye geçiyorum.

Sonuç olarak hakikaten çok experimantel bir husus geçti başımdan başımızdan. Lakin gülerek anabileceğim ve çoluğuma çocuğuma anlatabiliceğim bir anı olarak geride kalmış vaziyette. Keza çok kral arkadaşlıklar edinmiş olmam da beni mennun eden 2. husus oldu. Zaten nasıl bir set ortamıysa resmen kişisel hazlarımın haccı oldu diyebilirim. (ahahaha) Setle ilgili bir kaç foto paylaşarak bu dosyamızıda kapatıyorum. Ha birde belirtmekte fayda var. Filmde 1 bucuk dakikalık apaçi dansı sahnesinde çok kopuk işlere imza attım. Orada extra gülün lan!









29 Eylül 2010 Çarşamba

Oralet


Oralet , balık yemi tadında preslenmiş aromatik meselelerin su ile çözülmesi sonuçu ortaya çıkan dünyanın en müktedir içeceğidir. Yenerekte tüketilebilir fakat fazlası zarardır hatta ziyandır.

Benim için de ayrı bir yeri vardır. Oralet kraldır. Oralet candır. Kısa ve özdür. Noktası boldur. Virgülü azdır. Nedendir bilmem ama insanı sosyal bir deveye dönüştürebilicek kadar eli hamarat ve bir o kadarda naif bir içecektir. Elinde ister ince belli bardakta olsun , ister su bardağında olsun aldığında kendini ister istemez ağır bir silsilenin göbeğinde bulursun. O durumda elindeki oraletin kalitesini belli eden rengi ile iç içe geçip , fantastik öğelerle bezenmiş betimlemeye gücümün yetmeyeceği klas dünyalarda süzülürsün. Hatta bardaktaki oraletle arsızca bakıştığım dakikalar beni dünyadan soyutlayabilicek bir uyuşturucu kafasına bile sokabilir. Oralet sırf bu yüzden arsız da bir içecektir. Ne yapacağı belli olmaz. Bakarsın seni sevmez dilin yanar , bakarsın senden elektrik alır kafanı yapar. Karakterli içecektir evvela. Dünyada başka hangi içecek kendisini tüketeceği insanı seçer ki ha?

Yukarda Allah var ki , oralet ile her daim sıkıfıkı ilişkilerim oldu. Sevdik birbirimizi anadın mı?. Fütursuz bir sevgiydi bu fakat doyamadık birbirimize. Outdoor takıldığımızda sınırımızı bilip küçük bardakta tükettiğim lakin kapalı kapılar ardında su bardağından başka bir şekilde tüketmediğim bir aşk. Dengesi bol fakat arsızlığı erotizm kokan bi husus. ŞAKALIDIR!

Kendisi çok renkli bir karakterdedir ki en çok bu özelliğini severim. Kimi zaman sarı kimi zaman turuncu kimi zamansa kırmızıdır. Hatta bazen yeşil ve siyahta olabilir. Büründüğü renk adına karakterinide değiştirir ama sonuç her zaman kusursuz bir nokta atışıyla aynıdır. GEÇERLİDİR!

Kahvehaneye gittiğinde "Abi çek bi oralet/kivi/kakao/elma!" demek kadar büyükte bir keyif yoktur. Rajonu boldur lan! Ki bol şekerli tüketilir her daim. Direk kanına karışır , bütün vücudunu işkal eder. İlk yudum ile baş dönmesi aynı ana tekabül eder. HIZLIDIR!

Sonuç olarak , Oralet ; şakalıdır , geçerlidir ve hızlıdır! Bu denli unique sıfatlarla bezenmiş bir içeceği kim tüketmek istemez ki anadın mı?. Kendimi bu aşkın kucağına attığımdan beri vizyonumdaki entellektüel gelişimi inkar etmek aptallıktır. İçiyorum , içiciyim ve en önemlisi oralet ile hızlıyım bilader.
İçin.
Sevdirin.
Sevişin!

22 Eylül 2010 Çarşamba

Dizisel


Bugünlerde dizilerle pek içli dışlıyım ve sanırım birkaç tanesi dişe dokunur türden. Bunlardan birincisi "Parks And Recreation" , kendisi The Office yolunda ilerleyen hatta ofis hayatını belediyenin Parks And Recreation departmanında taşıyan çok soft ve eğlenceli bir dizi. Hatta son zamanlarda seyrettiğim en eğlenceli dizi diyebilirim kendisine. Ana karakter Leslie Knope tam anlamıyla öküz bir karakter. İşini herşeyden daha çok seven , iş ve ahlak kurallarına uymakta çok titiz ve aşırı saf bir birey. Ki bu da kendisini sıradan bir absürtlük katıyor. Diğer karakterler de Leslie gibi sıradan durmalarına karşın aslında çok denyo karakterler. Özellikle Tom Haverford adlı yarı Filistinli yarı Amerikan karakterinin quotesleri ölümcül. Herşey o kadar sıradan akıyor ki dizide ister istemez sizide içine çekiyor. Zaten ilk sezonun konusu da çok öküz. Belediyenin ihaleye çıkardığı bir arazinin , ihaleyi alan firmanın inşaat sırasında batması sonucu oluşan çukurun kapatılıp yerine park yapılmasını konu alıyor. Normal şartlarda oranın park yapılmasını herkesin istemesi beklenirken Leslie'nin öküzlüğü sonucu işler saçma sapan bir hal alıyor. Benim gibi öküz adamlar , bu tarz öküz dizileri zaten bu tarz öküzlüklerden dolayı sever. Bence The Office seven herkes bu diziyi kesinlikle sever , The Office sevmeyenler de sever. Kısacası herkes sever. İzleyin.

İkinci dişe dokunur dizi ise "Community". 30lu yaşlayara merdiven dayamış yakışıklı , zeki ve kendine çok güvenen bir avukatın , eskiden mezun olduğu üniversitedeki puanı yetersiz bulunduğundan avukatlık barosundan atılması söz konusu bu yüzden tekrar bir devlet üniversitesine yazılması üzerine gelişen olayları konu alınıyor. Jeff Winger adlı karakterimiz ise nispeten kendisi kadar zeki ve çekici bir karaktere aşık olması ve ona yaklaşmak için öküzöküz işlere girişmesi seyrediyoruz. Bu işi yaparken aşık olduğu kadın dışında kadın-erkek herkesi etkileyen Jeff , bir türlü hatunu kandırmamaktadır. Gerçekten hayli eğlenceli bir dizi , luuuuup eriyip bitiyor hemen. Fakat ilk sezonda sadece 16 bölümün altyazısı mevcut , bu biraz can sıkıcı ama olsun genede 16 bölümü izlemek , binimum öküzlükler ile eğlenmek lazım. İndirin , izleyin , sevin , koşun , barakudalayın. Sonrada gelin kritik yapalım , hatta biz de kendimizce bir Community kurup İspanyol Enginizasyonlarını konuşabilir olmadı Trabzon Milliyetciliği olabilir ama en çok arzuladığım durum Geyik Faşizmidir. Gelin birlik olalım canlar.

21 Eylül 2010 Salı

A: 30 Cm2'ye ne kadar Sinir sığdırılır? B: ÇOK!

Kürt ergenliğine takmış durumdayım. Dikkat edin heriflerin daha 9 yaşında ayva tüyü kıvamında kara kara bıyıkları çıkar. Bu duruma tavim misal. Nedir lan biz daha pipimizle misket oynarken herifler bıyıklarını bürüyordu falan. E-eh. Ha birde herifler bu o sakalları senelerce kesmezlerdi. Hiç unutmam İlkokul 3te tanıştığım Mahmut'un böyle çok haşın bıyıkları vardı. Ortaokuldan mezun oldu onlar hala vardı ve aynıydı. Veren Allah erkenden veriyor ama geliştirmiyor , gürleştirmiyorum. Onun için sinirim azalıyor , yerlerde sürünüyor. Sinirim gülmekten yerlere yatıyor hatta. AHAHAHA. Hay Allahım yahu!

Şu dakika Peter Ebdon denen Snooker -bir çeşit bilardo- oyuncusuna ağır tavım. Pezevenk bir atış yapmak için min. 1 dk bekler mi a.q?!. Hatta herif öyle über bir birey ki , cebin ağzındaki topu vurmak için bile 30 sn bekledi! Böyle adamları kesmek lazım , kemiklerinden snooker topu yapmak lazım. Pis herif , tiksindim lan!

Geçen farkettim de , ben uçak yolcuklarına hep aç karınla çıkıyorum. Aç gidiyorum , aç geliyorum. Hatta çoğunda bu yüzden cakkıdıpakkıdı sakız çiğniyorum. İğrenç bir durum ki o günün geri kalan kısmında da yemek yiyemiyorum. Bu bir çeşit uçak fobisi midir diye soruyorum kendime. Ama yok abi , olsa bilirim. Eh zaten biliyorum. Hay sokayım bu çelişkiye!

Sonra Neon işi yapan Çanak-Antencilere de tavım. Ne alaka lan neon ile çanak. Allahsızlar!

Bayram gezmelerinde çok susuyorum. Her susadığımda hangi misafircilikteysek buzdolabına doğru yollanıyorum soğuk su derdinde. Böyle açıyorum dolabı , 50cl plastik su şişesinde minnoş suyu görüp sarılıyorum. O suyu içerkende evin müritlerinden birine yakalanıyorum. Fakat işin ilginç tarafı nedense sürekli -Hacıdan gelme Zemzem suyunu- içiyorsun Sedat diye uyarılıyorum! Sonra kendime kızıyorum nitekim o da hararetimle birlikte geçiyor.

Bızıt olayını soran bireylere sesleniyorum. Bir açıklama bekliyorsunuz biliyorum. Fakat kendisi içsel bir metafor. Barakuda , uzay ve cips gibi. Durumu sakın yanlış anlamayın , her şey ben de başlayıp bitiyor. Misal ; Bızıt benden çıkıyor , boşluğa karışıyor sonra gözlerimde yaşayan bir el tarafından yakalanıp beynime tekrar konuyor. Böyle düşünün bak , işin içinden çıkıcaksınız. Check in or check out hani. Ne biliyim belki bir şelalenenin yanında top sektirmekte olabilir. Bunun gibi bir hissiyatı var. Bızıt.

Çirkinlik üzerine bu kadar geveledikten sonra , internetten soyutlandığım 4-5 gün sonrası profilimde "ne kadar yakışıklısın/güzelsin" testini çözülmüş bir halde buldum. Evvela bundan ziyade %90 güzelsin sonucunu görünce adeta yıkıldım. Güzelsin ne lan ha GÜZELSİN NE?!. Dellendim Facebook dellendim!!!

Fakat her şeyden öte bir konu var ki , çok canımı sıkıyor. -1.99- ile sınıfta kalmam sonucu , 4. sınıftan ders seçemiyorum haydi onu anlıyoruz da 3. sınıftan yeni ders nasıl seçemiyorum arkadaş! Mis gibi seçmeli dersleri alıp , hakkından gelicekidim. Olmadı , aldırmadılar. Sikkosikko dersleri tekrardan alıp yükseltmek adına savaşıcağım. 3 ders için koskoca dönemimi ezdireceğim. Çok sinirliyim bu hususa çok!

Sinir katsayım tavan yapmışken , bu limanı terketmenin envai çeşit salty duygularını yaşıyorum.Gi..Gi...Gittim. Hatta Defolup gittim!
LAAAAAN!

8 Eylül 2010 Çarşamba

Çirkinlik Silsilesi Nah Böyle Çözülür lan!

Bundan önceki yazıda Çirkinliğin boktan ehemmiyetinden bahsetmiş idim. Lakin şimdi ise bu denli bir sorunu nasıl mantıklı bir şekilde cözebiliriz bunu irdeleyeceğiz.

Evvela , jeopolitik konumu itibariyle transit bir konuda bulunan Anadolunun 5000 sene boyunca farklı ırkların kaynaşması ve -gelen vurmuş giden vurmuş- hesabı insanlarının gittikçe çirkinleşmesini en kısa sürede nasıl çözeriz sorusuna cevap ararken geliştirdiğim tezi sizlerle paylaşıcağım.

Şekil (1.A)'da da görüleceği gibi elimizdeki dünyalar çirkini Türk erkeğini , yurtdışından gelen arı bir ırka mensup yılan gibi minnoş karı ile çifleştirilmesi hususunda , doğucak bebeğin 1/2 güzellikte doğması beklenir. İnce bir hesapla 2-3 defa çiftleşme sonucu doğacak bebeğin güzelliği %80 dolaylarına vurur ki bu da bir insanın çirkinlikten çıkıp güzel bir birey haline dönüşmesini sağlar.

Çözümü bu denklem üzerinden haraketle ülkemize dışarıdan 200.000 ila 250.000 arası çiftleşmeye hazır güzel hatun transfer eder isek ve bu bireylerin 10 senelik yumurtlama döneminde 7-8 çocuk doğurmasını sağlar isek nufusumuza 1/2 güzellikte 2.250.000 birey katmış oluruz. Bu bireylerin de 18-25 sene sonra çocuk doğurucak kıvama geliceği düşünülürse ve bu momentumda çocuk doğurmaya devam ederlerse yaklaşık 50 senede 20.000.000 ila 30.000.000 arasında hem %50 hem de %60 güzellikte bireyi işin içine dahil ederiz. Eh bu mantıkla bir 50 senede daha 75.000.000 civarlarında minnoş eli ayağı düzgün insan evladı bulunur bu ülkede. Ve o süreç içerisinde ülkedeki çirkin insanlarında 10.000.000 dolaylarında çocuk yaptığı düşünülürse , ülke nufusu 130.000.000 iken bunların hemen hemen yarısı güzel insan olacak idir. Evvela , bu da bizleri dünyanın en çirkin ırkı olmaktan kurtarıp gayet ortalama güzellikte bir ırk haline getirir.

Eğer lafım dinlenirse bu iş olur arkadaş. Ben de gönüllüyüm. Yabancı bir hatun versinler 10 tane çocuk koymanın ulan! Bu ülkeyi 5.000 senede bu hale getiren çirkin insan evlatlarına en güzel cevabı ancak ve ancak bü ülkede yaşan insanların azmi ve çalışma isteğiyle cevap verebiliriz. Ha unutmadan burdan en az 3 çocuk diyen başbakanada selam olsun , çok geri kafalı düşünüyorsun sen bilader. En az 8 çocuk bu işin reçetesi! Ahaha!

Esselamla koyun çocuğu , bitti!

7 Eylül 2010 Salı

Ugly Duck vs. Bizler lan!

Abi çirkiniz . Şu ülke sınırları içerisindeki herkes anadan doğma çirkin . Aksini söyliyeni alimAllah taşlarım , öyle banaz öyle ateşliyim bu konuda. İşin içinden çıkılmayacak bir çirkinlik paradoksu ve circle mevcut . Olmaz , bu çirkinlik sıfatından ne yapsak ne etsek en erken 1 asırda kurtuluruz esselam. Eldeki çirkin birey katsayısını azaltmak için canla başla çalışmalıyız (şu an kanımca %96 civarlarında) Eh peki ne yapmalıyız?.

Fakat önce belirtmek gerekir ki ;

Sabah kalkıyorsun , yüzümü yıkamak için banyoya ilerliyorsun sonra ansızın aynaya takılıyorsun ve çirkin bir insanla karşılaşıyorsun . Sonra kahve yapmak için harakete geçerken evdeki bireyleri görüyorsun herkez çirkin çirkin sana bakıyor . Eh diyorsun , bakkala çıkıyorsun bi paket sigara almaya bakkal herif dünyalar çirkini esselam . Devam ediyorsun bi lokantaya giriyorsun , servis yapan kız dünyanun en çirkin insanı oylamasında birinciliğe oynar öyle hızlı manita. Peki diyorsun , çorbaya bol bol limon sıkıyorsun ama genede olmuyor abi. O iştah orada kaçıyor aynen sabah kahveni yarım bıraktığın gibi , sigarayı yarısında söndürdüğün gibi , yüzünün yarısını yıkamadığın gibi! Bütün bunları sorgularken kendini ansızın hızlı hızlı yürüken buluyorsun ,kendine geldiğinde birden diğer insanlara taklıyorsun. Sağından solundan hızlıca geçen çirkin insan topluluğu , üzerine meteor gibi yağıyor pezevenkler . Ulan güzel birini göreyim diye çılgına döndüğün o dakika , bijuteri tadında bir yerden sarışın yılan gibi bir karı çıkıveriyor . Oh lan diyorsun tamam bu karı hakikaten hızlı lakin sonra bacaklarına bakıyorsun yamuk hatta biraz daha dikkatli bakıyorsun ağzı da yamuk! işte o dakika bir kez daha yıkılıyorsun , abondane oluyorsun , baş parmağın uyuşuyor. Kendini eve zor atıyorsun. Derin bir nefes alıyorsun ve bir hışınla tvyi açıyorsun. Ama açmanla kapatman bir oluyor , Burcu Esmersoydan başka bir allahın kulunu göremiyorsun güzellik adına. Ha belki şanslıysan "Kendi"yi falan görüyorsun ki o gün bir zafer kazanmış gibi sevinebilicek bir enerji oluşuyor. Neyse , tvden istediğin verimi alamadığın o dakika bilgisayara uzanıyorsun Facebooka damlıyorsun rütin kontrol adına. Fakat Facebook adını Uglybook olarak değiştirse anında olduğun yerden kalkıp cebindeki beyaz mendili çıkarmak süretiyle halaya durucaksın gibi hissediyorsun. Binlerce kafası büyük , ağzı şiş , burnu yamuk , gözü şaşı , götü tekne büyüklüğünde insanları görüdükçe bu isteğin daha da körükleniyor. Bıkkınlık , sıkkınlık , tıkkınlık ... Her bi "-kınlık" üstüne çullanıyor , beyninin ırzına geçiyor. "Bıııızııııııııııt" Yeter lan diyorsun! Fakat kendinin de çirkin bir insan olduğunu bilmek seni ansızın frenliyor , OH diyorsun o dakika kocaman bir OH.

DÜNYALAR ÇİRKİNİYİZ LAN!


P.s : Peki bu durumu nasıl çözeriz hesabı da yarın bugün düşer. A.e.o

Çirkin kalın my dearnessss!

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Ayak Parmağı Sıkılan İnsanın Dramı (Lan!)

Lan çok sıkılıyorum , lan çok zormuş hayat , lan iki kere iki 2 buçuk çıkıyor , lan develer tellak falan değil bildiğin fil , lan Cocacola'nın içinde ayran var , lan Radiohead yeni albümünde Mor ve Ötesinden esinlenicekmiş , lan hani vapurlar falan derler ya yalan o hani memeler falan olucak o , lan 3. çoğul şahıslarmış ya onlar onlar yalanmış 4. akvaryumgilmiş aslında onlar , lan sapanla kedi vurmaya çalışan bakkalın çırağı komodoejderhası vurdu az önce, lan yalan habere inanmayın ama inanırsanız da tatlı olur , lan hayatımda içtiğim en tatlı şeyi unuttum , lan lan lan yazmaktan bıktım! LAN!

Bugünü dünyanın en sıkıcı günü ilan ediyorum. Paramparça olan uyku düzenimin bana sağladığı geceleri yaşama zorunluluğu şu dakikalar ters tepmiş vaziyette. Chilloutgil şeyler dinleye dinleye rahatlamayan tek ayak baş parmağım kaldı lan. Onunda yarısı uyuştu. Bağdaş kurucam şimdi , belki açılır. Açılması lazım çünkü o bana lazım. Onunla iyiyiz. Onunla sıkıfıkıyız. Aman ne hoş.Lafı aramızda kendisini kesip yemeyi düşünüyorum. Sevdiğim şeyleri yiyip bitirmek gibi bir huyum var evveliyatından kalan. Yok aslında burcumun üzerindeki yükselenin etkisiyle oluşan bir husus bu. Çabuk sıkılıyorum , çabuk sıkılınca acıkıyorum . Sonrası bilindik bir circle. Dön baba dön!

Evime mülteci bir anne kedi ve 5 adet yavrusu konakladı bu aralar. Mutfak tezgahımın altında minnoş minnoş takılıyorlar. Az önce gittim baktım , uyuyorlar lan! Uyumasınlar! Tilt oldum. Hem bedava konaklıyorlar , hem ev sahibi sıkılınca gelip yoldaş olmuyorlar. Sikerim böyle işi. Yavru kedilere göz diktim şimdi , açız mütemadiyen. Ayak parmağı ile yavru kedi arasında seçim yapmakta zor olucak. Olsun zoru da severim ben. Burcumun altındaki yatan Karadenizli çılgın çocuktan kalan şeyler bunlar. Ay neyse ayol. Ben çorbama bakıyım .

Bugünün Menüsü :
Ayak Parmağı Çorbası
Yavru Kedi Salatası
Cocacola Şişesi İçerisinde Yayık Ayran

Dııııt!

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Katil Lambağğ

Uzun süre ayrı kalkdıktan sonra buraya bir şeyler dökmek zor bir mesele haline dönüşüyor. Öyle ki etrafıma bakıyorum - bu genelde masanın üzeri oluyor - ne ile ilgili bir nane yazayım sıkıntısı paralelinde durup sonra sonra -ha siktir lan- diyorum. Sebebinide sizlerle paylaşmadan duramıyacağım sanırım.

Günlerden bir gün , fakültenin önünde Erdemle ders öncesi ağır muhabbete girmişiz. Ortam pek bi entel , çıldırmışız ki Orta Asya Türklerinin yaşam şekillerinin bilinç altımıza ne şekilde etki ettiğini falan tartışıyoruz. Ne ise , sonra sınıftan bir karı gelip Erdeme selam verme hususuyla aramıza oturuveriyor. Eh tanımam etmem kendilerini lakin pek bi malzemik karakter olduğu aşikar gibi görünen slowcore yaşayıp tiky geçinen bir birey. Oturma düzenimizin de ortama katmış olduğu ağır hava hususunda bankta aramıza aldığımız karının yanı başlarında laklak muhabbete devam ediyoruz. Kitaplardan alıntı falan da yapıyoruz hatta. Neyse şu kitapta şöyle diyordu bu kitapta şöyle diyordu şu yazar bu yazar giderken karı 2-3 dk duran sessizliğini -pardon yağğ- diyerek kesti. Herşey güzel hoş falan ilerlerken , Erdemle ikimizde sanki anlaşmış gibi birden susup karıya döndük ki bu karıda ayrı bi stres oluşturdu. Sonra karının söylediği ve kafamızı dandan siken pasajı yazıyorum.

"Yağğ Stephan King ile işte konuşmuşlar falan , şey demişler King'e yaağ kitap yazarken nelerden ilham alıyorsunuz kiğğ? İşteğğ Kingde şeyğ yapmış , şey masaya bakmış işteğğ orda bir tane lamba görmüş falağn işte. Sonra durup şeyğ demiş masanın üzerini göstererek. Lamba işteğğ , onunla ilgili yazabilirim mesela. KATİL LAMBA demişş"

Ha siktirler ki ha siktiri bir şok yaşadıktan sonra tamam abi hadi gidelim edasıyla sınıfa doğru koşar adam uzaklaşmış bulunup , acaba -bu karı ne anlatmak istedi ulan- ambalesi yaşayıp mutlak sessizliğe gömüldüm ders boyunca. Orta Asya Türklerinin sosyolajik yapısı vs. Katil Lamba ikilemi arasında ilinti kurabilen bir birey olmasından mütevellit alnından saygı ile öpmeyi istedim sonraları ama pek bi zayıf karakterli birey olduğumdan , bu eşsiz bireye 5 metre bile yaklaşamadım senelerce. Utanç duyuyorum.

Neyse her yazma sıkıntısı çektiğimde aklıma masa gelir , masadan bu hikaye gelir. Aklım durur , yazmaktan vazgeçerdim. Ama artık böyle bir şey olmayacak. Bir şeyler yazdığıma mı sevineyim içimi döküp bu lanetten kurtuluduğuma mı bilemedim vallahi. Neyse ben sigara ve leş kolamı içip , yaz okulu final dönemine odaklanıyım en iyisi.

ALLAHA EMANET OLUN!

28 Haziran 2010 Pazartesi

Kahve ve Sigara

(Dıt dıtdıt dııııııııt)

Melodinin gittikçe arttığı yere sol elini uzattı ama telefonu yakalayamayıp yere düşmesine sebep oldu. Paramparça olan telefonun sesi ile birlikte arsız melodi kesildi. İlginçti çünki sıradışıydı. Bunun farkındalığıyla yatağından zıpladı. İstemsiz şekilde üç beş saniye gözlerini ovaladı sonra aniden parçalanan telefon geldi aklına. Tekrar ani bir haraketle telefonun parçalarını topladı yerden. Telefon üç parçaya ayrılmıştı ve tek tek toplamaya başladı. İki bin parçalık bir puzzle yapıyormuş gibi hissetti kendini telefonu birleştirirken. İlk kez düşürmüştü telefonunu ve ilk sim kartı taktışının üzerinden çok uzun bir zaman geçmişti. Zorda olsa telefonu topladı ve banyoya doğru ayaklandı. Önce yüzünü yıkadı sonrada bütün bedenini buz gibi suyla. Çok kısa sonra da işi bitmişti. Yetişmesi gereken bir ritüel vardı. Koşarak mutfağa gitti ve direk kettle'in düğmesine uzandı. Su kaynarken bilmem kaç gündür yıkanmayan bardağı suyla bir güzel çalkaladıktan sonra sıra kahve ve şeker kombinasyonunu yakalamaktaydı. Bir kahve bağımlısıydı ama artık midesi bu denli ağır kahve tüketmesine izin vermiyordu. Bu yüzden bir arkadaşının kahveyi bırakması için ona önerdiği tekniği kullanacaktı. Az kahve , bol şeker. Arkadaşı bu bileşime "Orospu kahvesi" diyordu. Bu aklına gelince küçük bir tebessüm oluştu suratında , kahvenin neresi komik olabilirdi diye düşündü peşinden. Yaklaşık altı aydır orospu kahvesi içtiğinden iyiden iyiye alışmıştı bu duruma. Kettle'dan "klik" diye bir ses gelince suyun kaynadığını anladı ve kahvesini hazırladı. Bir güzel karıştıktan sonra eşsiz buluşmaya gelmişti sıra. Birden heycanlandı ama sonra kendini yatıştırması gerektiğini bildiğinden derin bir nefes aldı. Bu dakikalar hayatının en haraketli dakikalarıydı. Çok fazla haraket etmeyi sevmezdi oldum olası. Sabit bir bireydi ve sabit yaşamayı hayatının ilkesi haline getirmişti. Zaten sırf bu yüzden çok önemliydi önündeki bir kaç dakika. Hazırdı. Sigara ve Kahvenin eşsiz buluşması artık başlıyabilirdi.

Kibritini yaktı ve okkalı bir nefes aldı fakat öncesinde kahvesinden iki yudum almayı ihmal etmemişti. "Her zaman ki gibi ha" dedi içinden. Sigaranın ilk nefesi ile başının hafif bir şekilde dönmeye başlaması bir oldu. Benliği de kendisi gibi hazırdı , kalbi zaten kafeinin etkisiyle yavaş yavaş hızlanmaya başlamıştı. Hayatının son on yılında değişmeyen tek şey varsa o da bu duyguydu. Zaten sadece bu kalmıştı elinde. Sadece kendisi vardı sabit ve monoton hayatının yelpazesinde. Ve ikinci fırtıda çekti. Artık yanlız değildi , başı çok daha hızlı dönmeye başladı ve bir yudum kahveden sonra kalp atışları bu ivmeyi takip ediyordu. Ve üçüncü ve dördüncü ... Bilinç ile kalp atışlarının hızla artan sevişme seslerini duymaya başladı. Kendini çok özgür hissetti ansızın ve isterse duruma daha da renk katabileceğini bildiğinden biraz daha asıldı sigaraya , kahveye. Kafeini hissedebiliyordu -kutkut- atan kalbinin her notasında. Benliği , yıllardır sevgilisini bekleyen bir arsızdı o dakika ve sadece kalp atışlarına endekslenmişti ve gittikçe alevleniyordu , sevişme sesleri artık çığlık çığlığa bir senfoni oluşturmuştu. Mutlak bir arzu akıyordu , bilincinin dahada hızlan dediği kalbinde! Bir yudum ve bir nefes kalmıştı orgazma , çok yakındı. Uyuşmuş bedeni bunu düşünmeden yapmasını emrediyordu. Ve yaptıda. Boom! Bilinç kalbine , kalbi ise bütün bedenine hükmetti. Nefes almakta güçlük çekiyordu ama bu büyülü anı bozmamak için hiç haraket etmedi , edemedi. Hayatının en eşsiz anını basit bir haraketle bozmak istemiyordu. Bilinci kalbine tecavüz ediyordu! Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki göğsünü parçalıyıp arşa değeçek gibiydi. Ölüyordu ama çok mutluydu. Yüzüne çocukluğundan beri ilk kez gerçek bir gülücük konmuştu. Ve o anda bilinci kalbine son emri veriyordu. DUR!

26 Haziran 2010 Cumartesi

SuDone

Bunca yazıdan sonra , farklı bir dokunuş ve amaça hizmet eden bir yazı yazmak çok acı. Sevdiğimiz bir şey olmasa şu dakika buraya bir şeyler düşmeli. Uzun vadede yapılan hataların , geçmiş kaygısı gütmeden sürekli ileriye dönük yapılanma içerisinde olması gibi masun ve gerekli bir husus. Fakat deniyeceğim.

Olmadı , ne kadar çalışıldıysa o kadar olmadı. Sinirden kaçmak en doğrusu şu dakika ama bu sözcük beni çılgına çeviriyor. Olmadı demek , bir kenara direğin dibine hayvani dürtülerle dışkılayıp koşar adam kaçmak gibi. Fakat bunu söylerken hissedilen duygular bunun tam tersi şeklinde tekerrür edebilir. "Oh" denilebilir peşine "oy" denilebilir. Ama sonuçta bir gerçek vardır ki "olmamıştır" . Varsın olmasın , varsın durulsun , susulsun. Hatta sineye çekilsin ama gerçeklerden hiçbir zaman kaçılmasın. Aynaya baktığında beyaz bir ışık hazmesi görünmesin , ışıkları açmayı unut ki bunu daha net farkedesin. Zaten beyaz bir gülünde gölgesi siyahtır demek kadar arabesk bir tavır bu. Aslında iki tanesindir ama kafanı 180 derece cevirmeyecek kadar acizsindir o dakika. Aynalar da o iş için vardırlar ya zaten Olmaz. Hep karşıya bakarak onun arkasına sığınmış olan gölgeyi işaret edip , kahkahalar atmak olmaz. Zaten olmadı da. Şaklaban olmanın ve intikam duyguları içerisinde kavrulmanın bir faydası olmaz. Tekrar söylüyorum "olmadı da."

Ben aynaya bakabiliyorum ya , saçlarımı tarayabilicek kadar bir ışık görebiliyorum ya bu bana yeter. Fazlasını istemem zaten topu topu yüreğiyle yufka açan bir ufonun farlarıyla yaşıyorum. Keşkek yiyen keşkeler zaten bir kağıda betimlenmiş ve Marsa yollanmış. Dedim ya aynamla ben mutluyum. Bakıyorum , görüyorum sonra susuyorum. Ne kalendar bir husustur ne aklı selim bir davranıştır bunu ufonun farlarında gezen böcekler söylüyor. Selam olsun onlara. Bazen aynamın üzerinde bile geziniyorlar ya çok mutlu oluyorum. Aslında uzatmakta fayda var ama çok uzunda sevmiyorum. Bir de nedense artık sinirlenemiyorum. Çok tatlı bir durum ama ne hikmetse dominant duyguların hepsi bu kadar masum değil.

Ama olsun herşeye rağmen hiç durmadan bakaliceğim bir aynam var.

Susdone.

6 Nisan 2010 Salı

Binimum Denyolaşma Evreleri

Bu sefer farklı bir tribe gireceğiz. "Gönül Yolculuğu yapacağız , epik meselelerin peşinden ilerleyeceğiz." Hah. İllüstrasyonlar ile güçlendirilmiş bir resital sunacağız. Kendi hayatımızdan birkaç kare paylaşacağız sonra durup içlenip " Ah ulan Remzi , Ah ulan Kamuran" deyip saç baş yolacağız. Öyle mi düşünüyorsunuz? HAYIR ulan. Bunların hiçbiri olmayacak. Yok lan birazı olacak. İllüstire iyidir , candır. Let me try it my sweet hunnybunnykunnylerim.

Varan 1 : Beginning is not just a Candy!



Fazla söze gerek yok. Filler ile kaotik bir savaşa girdiğim ve sonrası ifil ifil esen rüzgar ile filin balgamı arasında bir köprü oluşturup o sacın ön buklelerinin oluşmasında pek yararlı olduğu görülür meselenin. Cok körpeyiz , kaç kaçtır , ne nerede yenir falan tadındaki soruların ön koşulları ile kafamda yeni yeni oturmaya başladığı sikindirik bir dönemdir. Ama ben mennunum , ama ben kalendarım. Höyt lan!


VARAN 2 : Mezuniyet'in İçgıdıklayan Deklaşör Etkisi!



Dur dur önce bi sigara tellendirelim. Peh. Meseleyse mesele kardeşim. Bu fotoyu ceken cılgın kardeşim hala gözlerimin önünde. Keza kendisinin Düzce'nin girişinde ve çıkışında , orasında burasında elinde fotoraf makinesi ile BİLBORDLARA reklam olduğunu evvela biliriz. Eh malum KRAL işçilik cıkarmış. Bu yazıyı okuyorsa ellerinden öperim. Entellektüel Düzceli sıfatını alnına peceye yazar yapıştırırım. Allah razı olsun. Bu fotoraf sonrası hala körüm (soyut anlamda falan).

Varan 3 : Bombastik İzmir vs. Hopçiki Düzceli!



Oh moh. Nedir bu deli divane hallerim bilinmez. Lakin ilk tadıştır , ilk öpücüktür Nazlı İzmire. Tadı hala damağında ki bu savaşın tartışılmaz galibir şu an diyar diyar nefesini cektiğimin İzmir. Taşı altın , suyu garip kimyalsallı bol kıl yapan İzmir. Severiz , tadarız. Peşindeyiz.


Varan 4 : Prep , Krep , Direk Mesele!




Ah şu cılgın zamanlar. Evvela tarizden hiç kaçmamışız , Emo Antisemptazanı Şirin Tripler. Yanlış ama doğru şeyler. Cok büyük bir adım , cok büyük bir meseleye giriş. Şöyle böyle şeylerin peşinden koşuş , birden hopçikiler falan. Başım dönüyor lan o zamanları düşündüğümde. Özledim bide galiba yahu. Ah şu okulun son sene sendromları , belli bir kalıp varsa bunun dışında söyleyin 5 lira işler benden. Neyse lan , kesiyorum burada.

Varan 5 : Det! Gene mi Sinek dolaşıyor Florasanda!



Spontane gelişen sıkılma ataklarının , mahrur bakışlar ve dadaist bir tavırla birleştiği anın tadını cıkarmak nedir lan? Ben bilmem , benim meselem , benim şukelalığım. Keza baya baya işe yaradı bu körpe sincap haller. Mazide bir ükdedir , oralarda sürünür durur. Tastik ederiz , etmeyiz ama genede severiz.

Varan 6 : Hometown!



Telli telli şu telli turna (8)! Neme lazım neyin ne olacağı belli olmaz. Orda da bulur bizi külliyen zirzop. Mahrur bakışlar gene sahnede , gene o sikici masumane tavır sergilenmiş. Ne diyelim ne olsun. Pure , soft , neşeli , tantumlu şen şakrat günlerdi. Cıstak cuptak!

Varan 7 : Önüm Arkam Sol İç Çapraz Sağ Arka Baldır Kası Düğmesi!



Sen kendine ne ettin seslerinin bir kez daha hat saffaya ulaştığı o cılgın günler. Eh biz buyduk , bu olacağız , içimde bir Kurt öldü falan. Dedik ya neyin ne olacağı belli olmaz diye. Al sana haykırış , al sana İmza. Tüh sana , tüh bana. Ama ORDAYIZ! Belkide tam yanındayız filan. Seveceksin!

Varan 8 : Lemonsal Konaklama!



Devamlı , giderli , heycanlı , tükenen , bitmeyen , bıkmadan temelleri sağlamlaştıran , böyleside varmış denilen eşşiz zamanlardı. Sevdik , sevildik , durmadık , yenilendik , büyüdük ve en önemlisi genişledik. Öperim kucaklarım Limonumu buralardan!Büyük bir teşekkür borçluyum! Luvya!

Varan 9 : Kendi Halinde bir Bakliyat!



Evvela cok arzulandı , cok istendi ve sonunda beklemenin sonucu alında ve Bakliyat rahata erdi. Kafası rahatladı , benliği bi çıtır değişti ama sonra doğru yollar hep bulundu. Büyümeye devam etmenin cezasıda cekildi , sevincide paylaşıldı. Cok hızlı ilerlendi , bazen bu hızdan dolayı cokta yavaşlandı. Yavaşlanan o noktada Hızlı bir Limon takviyesi ile tekrar haraketlendi. Haraket halindeyiz , devam ediyoruz. Son bir foto daha , sonrası tekrar aranızdayım.

Varan 10 : Şimdisi Budur , Sonrası Bilinmez. 3'e Kadar Say Geliyorum!



Evvet gene geldik , cok meseleli cok alengirli cok bi boka yaramayan bir metinin sonuna. Bu yazıyı yazarken hayatımdaki diğer etmenlerden arınmaya çalıştım , uzak durmaya çalıştım ama Lemondan kaçamıyorum malesef. Ahahaha. O hep burada , yanımda. Benimle hatta bizimle. Sonuç olarak şu an bu denyo bu halde , farklı meselelerin peşinde. Öyle KÜCÜKTEN BÜYÜĞE sıralandım , sizleri selamlarım. Eğlendim lan bu yazıyı yazarken , bu oldu a.q. Teşfik primi yiyen Kuala gibiyim falan. Det bana det size. Evvela ne olduğumuzu bilmek lazım , ah evet ne olacağımız hiç belli olmaz. Manidar sonlar , sikici kelime grupları. Giderim , gidiyorum ve Gittim!