29 Eylül 2011 Perşembe

Hiç Unutulur Mu Okul Yolları , Ha?

Okul sezonunun başlamasıyla birlikte , kondisyon tutma amaçlı yıllar yılı kaçak güreştiğim okul organizasyonuyla hakkaniyetle bir güreşe tutuldum. Bundan önceki senelerde , bünyemin nefs-i haz arayışı esnasında okul ve okulculuğu görece karşı bir bireyken , şimdi işi sıkıya alma eğrisime sıkı ve klasik bir detox muhabbeti eklenince hoş bir aydınlanma yaşadığımı extra info olarak vermek isterim. Bu yenilikci hayat yapımı hangi metaforlar üzerine kurmam gerekli sorunsalı bu eylemin doğurduğu ilk problem olma özelliği taşıması bir yana okul hayatı çok garip be ağğbi!

Farzı misal ; 3. sıra sütununda keyifli keyifli dersimi dinlerken hemen iki ön sıramdaki (tam olarak hocanın masasının karşısına denk düşüyor) bir birey , önceki derste yaptığını düşündüğüm dört adet kağıttan gemiyle -kuvvette muhtemel çocukluğun yaşadığı tranvalara verdiğim- gayet neşeli şekilde oynuyor. Hatta ve hatta ağır mühendislik duyguları depreşmiş olucak ki , kartvizitten her nasıl yaptıysa garip bir yelken organizasyonunu görece en büyük geminin üzerine monte etmeye çalışıyor. Ah be abicim , eyvallah iyisin hoşsun ama hayal aleminde yaşıyorsun. Fakat total olarak bu durumu ağır derecede destekledim ve hatta dersi dinlemeyi bırakıp şu yazıyı yazıyorsam (bu yazıyı yazdığımda dersteydim) bu ilhamı yapmış olduğun kağıt gemilerden aldım. Big up for you!

Aman Allahım bu nasıl bir kalabalıktır , bu nasıl bir populasyondur , bu nasıl bir kaos ortamıdır ki okulun kapısında oturacak yeri bulmayı geçtim ayakta durucak yer bulamıyorsun. Bu durumu aklımın en yüzeysel yerleri bile algılayamamışken , en büyük handikaptan bahsetmek istiyorum. Evvela okulun dış tarafında bilen bilir topu topu 4 adetcik masaya sahipken , bu hakikaten özel masaların rajonu bilmeyen yeni öğrenciler tarafından işgal edilmesi acayip kanıma dokunuyor. Sikerim okul heyecanınızı , bir saat önceden de okula gelinmez lan! Zaten yıllar yılı her geldiğimde rahatlıkla yer bellediğim bu masaların , büyük ama küçük denyolar tarafından kullanılmasına gönlüm razı gelmiyor. Ha , birde madalyonun öteki yüzü var ki en ağırı , en dramatiği ve en pisi. Şöyle ki , ayakta sabit bir şekilde sigara içmekten hiç be hiç haz alamayan ben , dolu masaların kurbanı olarak soğuk mu soğuk taşlara oturmak zorunda kalıyorum. Sigara içen bireyler iyi bilir ki , sabahın ilk sigaraları bağırsak fonksiyonları ağır derecede azdırır ve bu farzı misal sigaraları tutup soğuk taşlar üzerinde içersen vah haline! Patlamaya hazır bağırsak ayaklanması! (bağırsaklarımdan çok çektiğimi bir çoğunuz biliyorsunuz , bu patlamanın kuvvetini siz düşünün bkn: dizanteri) Gel gelelim asıl mevzuya ; eh be sikik denyolar , siz o masaları benim gibi özel durumları olan bireylere vermesseniz bu bok durumun ki hakikaten bok durumun cezasını çekersiniz! Bu size son uyarımdır ve bilesiniz ki soğuk taşlar üzerinde içtiğim sigaradan sonra o masaların etrafında fır fır döneceğim. Aklınızı alacağım , aklınızı almakla kalmayıp içinize nüfus ediceğim. Sanırım bunu da büyük bir keyifle yapıcağım. Nihöhöhaha! Biline ki bütün bu yaptıklarım efektif eğitim için Nihöhöahahaha haykt tüğ!

Herne ise kesiyorum , kestim!

Okul Yolları Playlist

1) Work Drugs - Third Wave
2) Dimlite - Can't Get Used to Those (Afterlude)
3) Fama Eightyseven - Moon
4)
Fama Eightyseven - Dance of Memories
5) Figure and Cas One - Doomsday

10 Eylül 2011 Cumartesi

Düzce ve Cumartesi Geceleri

Evvela , oturduğum yerde ne yapsam ne etsem kaygısı içerisinde tekrar tekrar bünyeyi bloga salladım. Son zamanlarda yoğun derecede birşeyler kusmak ihtiyaçı duyduğum aşikarken yazıcak yazılabilicek herhangi bir konu bulamamaktan müzdaribim. Yazarsan rahatlarsın dediler formatında oradan buradan birşeyler sallıyacağım ki akebinde ruhum şuhu bulsun , aydınlansın.

Şu dakika bir numaralı eylemim , nereden geldiğini bilmediğim bir -Müzeyyen Senar- krizi sonucu youtube işgali olarak not edilebilir. -Benzemez Kimse Sana- , -Ben Seni Unutmak için Sevmedim ki- ve sonrası -Duydum ki Unutmussun-! Refleks olarak bu üçlü ile kombine edildim , adlarını yanyana yazınca da farkettim ki aşk acısı çekiyorum abi. (ahahaha) Olsun varsın boşluğa doğru aşk meşk ve arabesk-i duygularım patlama yaşasın , ben bu işten haz alıyorum. 4. parçamı da açmış vaziyetteyim -Kimseye Etmem Şikayet- etmiyorum zaten şikayet falan . Şikayeti fakir etsin , dedim ya ben halimden mennunum şu dakika.

Şu dakika ile başlayıp şu dakika ile kapattığım bir üst paragrafın öncesinde ne yaptım bi ufak düşüneyim. Ha siktir bugün büyük bir gün çünkü hayatımda ilk kez kendime çay demledim. 5. çayımı da içiyorum zaten. Bireysel çaylanmanın önünü açtım minimal hayatımda , artık Çaycı Sedoyum! Zaten çay olayı ile ilgili karadeniz meyşeyli bir birey olduğumdan tamamen kontrol dışı bu işten über derecede iyi anladığımı farkettim. Bilinç altımda yazılı olan tabletlerin arasında -nasıl keyifli çay demlenir- öğretisi hayli kabarık yer tutuyor besbelli. Tadını çıkarıyorum ve akebinde 6. bardak çayımı Safiye Ayla'dan -Bir İhtimal Daha Var- adlı parça ile beziyorum. Ölelim!

Şimdi şimdi farkettim bu yazının nereye doğru ilerlediğini ve başlığı da yapıştırdım abi. "Düzce ve Cumartesi Geceleri". Tabi biraz daha bu savı güçlendirmek adına. Düzcede cumartesi gecesi alternatif olarak ne yapılabilir , bir irdelemek lazım.

Alternatif Düzce Cumartesileri

Netekim Düzce Nightlife hayatı tamamen sığ ve tek düze ilerlediğinden , önce ara mekan tadında -West Birahanesi- uygun bir mekan olarak göze çarpıyor. Şahsi olarak favori mekanlarımdan olmakla birlikte , sabahın erken sularında hizmete başlayıp at yarışı severlere içkili ve keyifli bi ortam sunuyor. Bira fiyatı 4 tl ve diğer alternatifler de pek pek ucuz. Gidip tonton dedeler ile biranı yudumlayıp son biralarda -peki şimdi nereye gidicez- sorunsalıyla boğuşabilirsin. Fakat burdaki boğuşma çok komplike bi sorun yaratmıyor çünkü yapılacak 2 şey var. Bunlardan biri arabana atlayıp -dere kenarı , orman bazlı sakin yerler , düzce manzaralı naif yerler- gibi insanlardan uzak rahatca takılabiliceğin bir yol , diğeri ise canlı müzik dinlemek adına yapıcağın ayrı bir sorunsalla boğuşmak. Fakat bu sorunsalda içinde iki kola ayrılıyor ; biri nacizane amcaoğlumun djliğini üstlendiği -Vunu- adlı mekan , diğeri hala ve hala -Duman , Erkin Koray vb.- gibi kült şeyler çalan -Green House-. Bu iki mekanın arasında hem fiyat farklı hem de kalabalık farkı ağır derecede hissedilen mevzu. Vunu çok pahalı ve gereksiz kasıntı bi mekan , Green ise ağır derecede kalabalık ve senelerdir aynı yüzleri gördüğün extra boş bir mekan. Herneyse , bu iki mekan tercihinden biri tercih edilip oraya doğru akılabilmekte. Bu yol tercih edilirse tabi ki gece saat 12yi gösterdiğinde külkedisi hikayesinin tabanında herşey bitiyor ve pışpış evine gidiyorsun. Garip tabi.

Evvela durum bu iken , tercihimi günler ve günler öncesinden yaptığım için minnoş evimde çayımı demledim , pirzolamı yedim ve TSM dinleyerek gecemi geçirmeyi düşünüyorum. Zaten %90 yerine getirilmiş bir plan bu ki çay suyunu çekmiş , TSM ruhumun derinliklerine işlemiş , Trabzonspor , Manisa ile 1-1 berabere kalmış ve bu depresif birey bu yazıyı yazmaktan ağır derece sıkılmış vaziyette. Bu total keder beni sadece tek bir noktaya doğru sürüklüyor : dolaba yatırdığım 2 adet bira. Viva la Minimal Cumartesi Gecesi!

30 Ağustos 2011 Salı

Sedat Bektaş 3 ayda nasıl 10 kilo verdiğini anlatıyor.

X : Merhaba Sedat Bey , bugün sizler ile içinde bulunduğunuz bu keyifli durumu konuşmak için buluşmuş vaziyetteyiz. Lakin ben bu durumda pek keyifli bir vaziyet göremiyorum fakat bi mükabele bu değerli kilo verme yönteminizi duymak için sabırsızlanan zibille insan var. Evet Sedat Bey öncelikle nasılsınız inşallah?

S : Şu dakika çok keyifliyim. Peki sizleri sormalı sizler nasılsınız maşallah?

X : Çok kocaman teşekkürler ediyorum Sedat Bey lakin sizleri gördüm içim çız etti hatta bir yanım karalar bağladı diğer tarafım kafasınında hamam tası kırdı. Her ne ise Sn. Bektaş , evvela ortada büyük bir merak , büyük bir gizem ve büyük bir entrika mevcut. Evet , nasıl oldu da bu denli yoğun ve hızlı bir şekilde kilo verdiniz ?

S : Hmm. Evet. Sanırım herşey 3 ay önce başladı. Aslına bakarsanız nasıl başladığı hakkında gerekli infoyu almak istiyorsak çok fazla gerilere doğru atmamız gerekli mentalitemizi. Fakat kısaca açıklamak gerekirse ; evimle ilgili belli başlı upgrade mevzuları sonrası ağır derecede hissedilen kederin bünyemle kederli topaç misali oyması sanırım başlangıç ateşini yakan husus oldu. Ha şimdi bu ateş nasıl bir ateş diye sorucak olursan ki gözlerinden fışkıran zeka parıntıları sonuçu sorucağını şimdiden anladım ve eseriyetle cevap veriyorum ; bu ateş 2011 yılının barındırdığı yoğun kederin çıt çıt çıt birikmesi sonucu oluşan Mayıs ayının ilk ayı ile metan gazı kıvamında bünyelerin içersinde patlaması sonucu oluştu. (bkn : Dünya Keder Haftası) Bu keder ki benim tarafımdan değil , büyük kitleler tarafından da kabullenince içinden çıkılamıyacak kaotik bir duruma doğru sürüklendim.

X : Bize bu kaotik durumu daha spesifik şekilde anlatır mısınız?

S : Şöyle anlatıyım canım ; az önce de bahsettiğim gibi zaten ibadethane olan evim bu keder ile yoğruldu ve sonucunda "Kederli Pavyon" diye birşey peydahlandı. Sonra önüne geçilemiyecek bir talep karşısında gündüzümüz gecemize karıştı. Bohemin en dip noktalarında neler olup bittiğini anlamadan dolandık durduk ve sonra ne olduysa oldu.

X : Eee.

S : İlk günden çok sevdiğimiz Gamze Kardeşimizin bizlere ısmarlamış olduğu Dominos & Bira kombinasyonu ne olduysa hemen ertesi sabah ilginç bir mide ağrısı ve akebinde tuvalete çıkma isteği doğurdu lakin o gecenin hemen akşamı çok ağır misafirlerim Kederli Pavyonu ziyaret ediceğinden kendimi toparlamak adına günü uyuyarak geçirdim. Gece saat 4 sularında kapıyı zor bela açtıktan sonra ilerleyen her saat daha daha ve daha kötüye ilerleyen bu durum sonrası gözümü açtığımda hastanedeydim. Sonrası yapılan tahliler ile dizanteri olduğum anlaşıldı ki ne olduğuna dair kimsenin en ufak bir fikri yoktu hatta en son bu hastalık 1800ler da falan görülecek ki doktor tarafından taşak unsuru olduk. Her ne ise sonrası çok ağır geçen günler ki çok çok ağır günlerden bahsediyorum. 5 günde 6-7 kilo vermiş bulundum.

X : Ha siktir! ........ öhüm , pardon Sedat Bey. Bu durum karşısında ne diyeceğimi bilemedim ki içimden çok ağır küfürler ediyorum. Tekrar kusura bakmayın Sedat Bey , herşeyin nedeninin dizanteri oluşunu telefonda dahi söylebilirdiniz ve ballandıra ballandıra boşlukları doldurur , haberi yapmış bulunurdum. Allah belanızı versin Sedat Bey!

S : Amin Mr. X. Zaten vericeği kadar belamı verdim ki dizanteri oldum. Ha mevzu daha bitmedi sonra sonra tekrar dizanteriye yakalandım. Neyseki vücudun önceden sağlamış bulunduğu bağışıklık sayesinde sadece 3 kilo verdim.

X : Ahahahahahaahaha. Abi bende çocukken 2 kere Kolibasili hatta üzerine Tifo hatta ve hatta onun da üstüne vişne misali Tifüs geçirmiştim.

S : Ahahahahaha. Ulan bu ummalı adamı güldürdün ya Allahta seni güldürsün haa.

X : Amin Mr. Sedat. Zaten güldüreceği kadar güldürdü. Ahahahahahaahahahahah x 218023

S : ...

X : Evet sayın okurlar. Sedat Bektaş ile çok keyifli dakikalar geçirdik ve sonucunda ilginç bir kanıya vardık. 3 ayda bu denli yoğun ve hızlı şekilde kilo vermenin tek bir taktiği varmış ; dizanteri! Ahahahahaha. öhüm. Şimdi en yakın hastaneye koşabilir ve akebinde doktora ellerinde dizanteri virüsu varmıymış sorabilir ve onunda akabinde keyifli bir dizanteri hastalığı geçirebilir ve en son olarak çok kısa süre içerisinde tıh gibi bir birey olabilirsiniz. Evet. Bitti.


19 Ağustos 2011 Cuma

Başımdan bir Alaçatı geçti.


Evvela yaz tatilinin başlamasına mutakıben geçirilen dizanteri hastalığı sonrası istikamet doğru Düzce olmuşidi. Görece pek keyifli geçirdiğim ve pastoral güzelliklerine nacizane aşık olduğum memleketimde kafamı toparlama çabaları içersindeyken bırakalım kafa toparlamayı düşüne düşüne ve hatta takıla takıla kafayı bir topaç misali dragonun ağzında döndürdüm durdum. Bütün bunlar olurken Alaçatıda benim için bir yol çizilmeye başlanmış ve hatta ansızın gelen bir telefon ile 2 gün içerisinde nerede ve nasıl şartlar altında çalışacağımı bilmeden soluğu Alaçatıda aldım. Sonra sonra rüzgarı ile meşhur ilçemiz Alaçatının rüzgar sörfü alanında binbir entrika arasında konuçlanmış pek keyifli restaurantımsı , barımsı , kırahatanemsi bi mekanda çaycı , frozıncı , kahveci , frappeci ve hatta sıkma portakal sucu olma başarısının yanına birazcıkta mojito ve bira şekli ekledim. Bütün bu ability edinme işi yanında yeni düştüğüm ortamda yer etme çabalarım , Alaçatı insanın dünyanın en garip ve en köylümsü modern insanı kafasını kırma ve içerlerde yer etme isteği ile bütünleşti lakin bu enerji , saçma Alaçatı insanı kafasını aşmak için 1 ay bekledi. Ha o zamana kadar tabi ki etraftaki insanlar ile pek pozitif ilişkilerim oldu ve hatta keyifli dostluklar edindim. Lakin tekrar belirtmeden geçemiyeceğim , Alaçatı insanı mental olarak bünyemi çok yordu. Kendilerini betimlemek ve bir kalıba sığdırmak isterim ama benim gibi bir insan bile bunu yapamıyacak bir aptallığa o dakika itilir. Unknown stupid walking dead!

Herne ise , Alaçatıya indiğim ve hatta çalışmaya başladığım ilk dakikadan itibaren yoğun olarak hissettiğim tek şey var ise bu da artık aptal bir insan olduğum kanısıydı. Ciddi derecede hissedilen insan iletişimi sorunları , cümle ve hatta kelimelerin ağızdan çıkamaması , kekeleme ve boş boş muhabbet eden bir insan olma durumu bu tezimi destekleyen mevzulardı. Hayatımda hiçbir zaman olmak istemiyeceğim bir insan konumuna gelmemi kabullenmeye çalışmak zaten yarım olan aklımın kalan enerjisini haklı şekilde sömürüyordu. Tabi genel durum bu kadar negatif şekilde seyretmese de pozitif durumun akışkanlığına büyük bir ket vuruyordu. Sonra sonra hayatında fiziksel işlerden büyük bir kıvraklıkla kaçan nacizane ben , belkide fiziksel eforun buram buram hissedildiği bu işte çalışmayı en başından kabullenmemeliydi. Fakat denendi ve bence hakkaniyetli şekilde de yapıldı ama tabi ki çalışma ortamında mevcut olan bazı negatif hususlar sonucu ilişkiler bozulmaya başladı ki o noktada zaten İzmirde mevcut olan ev kapatma işi ile bütünleşen bir bahane silsilesi ile işten ayrılmak ve kovulmak arası bir mevzu ile Alaçatıdan uzaklaşıldı.

Üst tarafta aylardır neredesin sen yahu ne yaptın ne ettin diyen arkadaşlara açıklayıcı bir yazı formatında olsun istedim. Spesifik mevzular yüzyüze anlatıcak formatta lakin ana hatlarıyla mevzu budur.

Şimdi bu iş işleri bana ne öğretti

*Yıllardır bizans oyunlarıyla bulaşık yıkattığım , temizlik yaptırdığım insanların ahı gani gani çıktı. Bulaşık makinesinden çıkan bulaşıkları durulamaktan , paspas atmaktan ne biliyim binimum mutfakımsı organizasyonlardan ağzıma sıçıldı. Ha artık bu saatten sonra ya bulaşık yıkasana diyen bireylere en büyük bahanem bu olucak , sakın böyle bir istekle gelmeyin götünüzden şişlerim!

*Şu zamana kadar en çok böbürlendiğim hususlardan biri olan istersem herkes ile kısa sürede iletişime geçip samimi olurum savı Alaçatı insanını tanımamla duman oldu. Farkettim ki beterin beteri varmış , nasıl bir insansınız siz bak hala daha anlayamadım.

*Tatilimi bedavaya getirdim evet bunu yaptım hatta inanılmaz hatta über keyifli bir yerde kaldım ettim lakin paran olmayınca bu işlerden tat almakta zorlaşıyor. Ama tabi şanssızlık Alaçatı gibi parlayan zengin kuşağının en nadide yerine düşmem ama olsun gene de her daim hızlanmasını bildik.

Yahu ne uzun bir yazı oldu yahu yahu dedim durdum şu dakika. Zaten üzerimdeki aptallığı hala atabilmiş değilim. Allah ki yardımcımız olsun bu kafa açılsın içine zibille kafası çalışan zebra hücreleri dolsun. WHOA!

20 Mayıs 2011 Cuma

Sakal Çeşitlemesi ve Mevzu

1- Sinek Kaydı

Litaretürde iş işlerine giren bireylerin maruz kaldığı zorunlu yolculuk gibi görünsede aslen toplum tarafından dayatılmış ve olunması gereken model niteliğindedir. O kadar benimsenmiş ve o kadar sıradanlaşmıştır ki aslında ağır derecede insana kendini normal hissettirir. Sokakta yürürken aldığın reaksiyon bazında sıfıra yakın etkisi vardır.Fakat bu normalliğin ilgi çekme eğilimi de yok değildir. Kanımca karşı cinsin en çok ilgisini çeken modelde garip bir ironi ile sinek kaydıdır. Bakımlı erkek imajı çizilmesi itibariyle olduğunu düşündüğüm bu ilgi aslında normalizasyonun ayaklar altına alınıp alfa erkeğin hiçe sayıldığı bir durumdur. Şahsen sinek kaydı tercihim değildir.


2. Kirli Sakal

Üşengeçlik tadında kendince uzayıp giden , bir süre sonra kaşıntıdan müzdarip olunup kısaltılan
ve bu döngüde kendine standart bir uzunluk belirleyen sakal türüdür. Sinek kaydı ile paralellik gösteren normalizasyon bu tür için de geçerlidir. İş işlerinde koşturmayan ve görece rahat hayat yaşayan erkeklerin bir çoğu bu tarza mensuptur ve bencede öyle olması gerekmektedir. Erkek dediğinin sakalı olucak minimalinde şeklen ve ağırlık bakımından önemli bir klası mevcuttur. Kullanış şekline göre kimi noktada minimal erkeği kimi noktada da rave erkek modelini sağlaması da çabasıdır.

3. Teen Ramiz Dayı

İşin orjininde "Ulan bildiğin sakalım var" söylemi yatarken oluşan garip ve karakteristik oluşumlardan biri de aslen Ramiz Dayının gençliğine avantgarde bir soluk getirme çabası olarak görülebilir. Görece kendimi rahat hissettiğim ki burcumlar direk alakası olduğunu düşündüğüm normalizasyona farklılaşma ele aldığım bu model , kimi çevreler tarafından ciddi ciddi kahkahalarla bezendi , kimi çevrelerde ise ciddi ciddi ciddi bi husus olduğu düşünüldüğünden ağır derecede susuldu , göz temansından kaçınıldı ve can sıktı. Oysaki daha simitçi bıyığı formundaki bıyıklarım ve ağzıma kadar giren Orhan Gencebay Favorilerim ile salt zalımlığın arkasına saklanmış bir şaklaban yatıyordu. İtiraf etmem gerekiyor ki , ilk günler evdeki tek aynanın bulunduğu banyoya gidip bünyemi ağır derece kahkahalar ile manipule ediyordum. Ah ah , uzunca bi süre böyle takılmışken saçma bi iş görüşmesi ile bu kimliğimden eseriyetle kaçmış ve normalizasyon normalleşmesine maruz kalmış bulunmuştum. Lakin bıyıklarım şeftali tüyü kıvamından kurtulup kara bir sümüklüböcek kıvamında gelirse eğer gerçek Ramiz Dayı formuna kavuşup terör estireceğim. And içtim ulan!


4. Wolverine


Fiziksel özelliklerin ilginç bir şekilde hem saç hem sakal ile kombine edilmesi sonucu ortaya çıkan bu hunhar model , tarafımca çok kısa bir süre kullanılmış ve karşılaşılan garip tepkiler sonucu eseriyetle terkedilmiştir. Bu formatta dışarıya çıkıldığında , insanların "Bu ne lan şaka mı bu herif" tadındaki bakışların yanına ufak bir korku saplanmış olucak ki şaşkın ve ürkek bakışlardan bir türlü sakınamadım. Oysaki minnoş minnoş sütlü çayımı yudumlarken , bu denli yoğun ampirik bakışlar büyük bir ironiye yol açmış sonucunda iki jilet darbesiyle Ramiz Dayı formuna transformese olunmuştur. Hayatımdaki experimantel ataklardan biri olarak tarihin tozlu ve sikik sayfaları arasında kurumuş bir adet gül ile yaşlanmaya bırakılmıştır. Ama unutmamak gerekir ki ; K.Parktan DÜZCELİ WOLVERİNE GEÇTİ ULAN!


5.Hafız

Hızlı yaşanılan dönemler sonucu hani bi boşvermişlik hani koy götüne Rahşan bayır aşşa kafalarında geçen günler sonucu bir gün ayna karşısında sürete takılma sonucu hissedilen ağır bir ermişlik durumu hissetmemi sağlayan sakalsal oluşum olarak tanımlanabilir. Ermişlik diyorum ki orjininde Hafızlık müessesinin ağır hususları büyükce bi yer kaplamıştır. Bu formatta takıldığım seneler sonrası hakkaniyetli bir şekilde lakabımın "Hafız" olarak insanların kafasında yer etmesi manidar bi oluşum olarak göze çarpar ki insanların hakkını yemem. Bilen bilir ağır hafızımdır! Fakat bu sakalın sistematiğinde , sıkıldığında pek uzağa gitmeden elini atıp hunharca kaşıyacağın , çekeceğin , sündüreceğin , koparacağın ve binimum bütün pislikleri yerine getirebileceğin bir oyuncak klasında iş görmesi geniş yer tutar. Artık bu form pek eskide kendine yer etsemeye dursun birdaha bu kafalara girilmesi zor görünüyor ki zaten erdik ericeğimiz kadar. Son olarak diyeceğim şudur ki ; Allah düşürmesin . .



WHOA : Şu yazıyı yazmak için sanırım 1 ay bekledim. Bu kadar üşengeçlik fazla dediğim dakika zaten Düzceye inmiş vaziyetteydim. Hatta son kısmı oturdum Green Houseda yazdım bitirdim. Artık Sekreter Tipi Not Tutacağımla her yerde hunharca yazı yazacağım. Hatta ve hatta herkese ufak ufak notlar yazıcağım ki cüzdanda taşısın , kötülüklerden korusun falan. Eh geçmişimizde ağır bi hafızlık durumu mevcut ki bilen bilir hala Hafızım! Neyse evlatlarım , üzerinden geçtiğim sakalsal evrimsel hususlar bunlar. Şu dakika bi çıtır sakalla yaşamıma devam ediyorum. Berbere gidip sakal tıraşı olmak pek keyifli bi oluşum olduğundan sıkıldıkça soluğu mahalle berberinde alıyorum. Artık kaşıntı ve binimum sıkıntılar mevcut değil. Normalizasyon kafaları heryerimi sarmış vaziyette. Haydi hayırlısı deyip gidiyorum.
Gittim

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Dünya Keder Haftası


Bilmem ne sebeptendir , astral bi husus mudur biyolojik bir sıkıntı mıdır dönemsel midir kalıtsal mıdır Mayıs ayının ilk haftasında ağır derecede hissedilen kederi , bir yere uyduralım yapalım edelim kafasında bu minnoş haftayı Dünya Keder Haftası ilan edelim dedik. Çokta yakıştı ha , sanki yıllar yılı oraya aitmiş gibi reaksiyon gösterip adını hak edici esaslı mevzular ile her bireyin akıl kapısını çaldı ve içeri bol bol keder ile giredurdu.Misafirimiz oldu , özümüzü sunduk fakat ağır kederlendik. İnsan demeden geçemiyor : "Eyvallah kedercim! Çok kederli bir giriş oldu ama bilmiyorsun ki bizler özünde kederli insanlarız. Kedere olan bağışıklığımız sağolsun fazla kederi bir şekilde sağa sola yıkarak pozitif durum süzgeçinden geçirip bol bol gülüyoruz eğleniyoruz. Bu sana saygısızlık ediyormuşuz gibi görünmesin bilakis seni baş taçı ediyoruz. Cansın sen can."

Kanımca , her insanın kanında kafasında benliğinde ruhundaki keder oranına alt kota koymak lazım. Kedersiz olmaz , kedersiz yaşanmaz. Bu kederli anların hakkını vermessek -pozitif hayatsal dönemlerin tadını nasıl çıkarırız ha- diyerek manidar bir isyanda da bulunurum. Ama -Karma- denen bokun burdaki işlevi de çok önemli be abi. Ne biliyim ettiğini buluyorsun falan bi yerde. Ha ama aman yanlış anlaşılmasın bu hafta kimse uzun dönem önce ettiğini bulmayacak.Biline ki ; Bu hafta salt kederin haftası bu hafta kederlerin kederi haftası.

Bu keder hepimizin kederi , bu keder herkesin birbirine yansıttığı ve paylaştığı keder. Benim kederim aslında birçokların kederi , kederlerin ortak cilvesi. Gelin kederlerimizi tokuşturalım , ilk kabuğu çatlayanı direk boyozla mideye indirelim. Bu hafta aşure dağıtılacağına keder dağıtalım ve birbirlerimizin kederlerini tatlı niyetine yiyelim. Kah yumurta olarak çıksın karşısıza kah aşure ama kederi bol olsun malzemeden kaçılmasın. Önemli bi sosyolojik dava olsun kederimiz , bu hafta devlet sadece kederleri çözmeye endeklesin kendini. Her gün saat 9 da Atatürkün büstüne kara kara çelenkler bırakılsın , "Atatürk de çok kederli adamdı , her gece kederden içerdi be" densin fütursuzca. Ağlansın buram buram ama keder aksın gitsin gözlerden karışsın mazgallara. Liriksel ve çığırtkan olsun , herkes kederini bas bas bağırsın sokaklarda. İnlesin sokaklar fakat dilenciler bile kederden gülsün , göz yaşları mutluluktan aksın durmasın yüreğin ve benliğin yatağında. Bırakılmasın herkesin kulağında , yürek bulsun benliklerde.İçilsin sonra sürekli , tokuşturulsun bardaklar, duyalım sürekli tamburun sesini. Kederimiz neşemiz olsun , gülelim kaderin sillesine tane tane . Bardaklar boşaldıkça , kederler de boşalsın rahatlasın be bünye.

İşte bu hafta böyle bir hafta işte , ağır ve kederli ama neşeli ama keyifli. Dünya Keder Haftanızı en içten dileklerime kutlar. Hepinizi daha şimdiden çok iyi anladığımı söyler ve akebinde kafamı yaşamaya dönerim.
Hızlanın

19 Nisan 2011 Salı

Öğrencileri Katagorize Etme Çabası

Vizesel hususların yoğun olduğu bu dönemde okulda geçen zaman sonrası ve sınav sonrası okul kapısı önündeki kalabalıktan feyz alarak, öğrenci profilleri ve vizelere hazırlık aşamaları üzerine kafamda dönen belli başlı öğrenci argumanlarını paylaşmanın elzem olduğu kanısındayım.

1- Nerd Öğrenci Kafası (%5)

Ha
yata dair bildikleri ve yapabildikleri tek şeyin ders çalışmak olan ve bu minimal üzerinden haraketle, ders başlamadan minimum yarım saat önce sınıfa gelip ön sıralardan en kalifiyeli yere oturarak hocayı beklerken bile derste işlenecek konuyu tekrar bir gözden geçirip tamamen derse hazır olma yetisine sahip olan erkişilerdir. Üstüne üstlük, zaman içerisinde erken gelip kaptıkları sıraların zamanla rezerve edilmişcesine sürekli aynı sırada önlerinde her şeyin düzenli bir şekilde sıralandığı, minnoş bir kalem kutu ile rengarenk kalemlerin raksettiği, bilimum kırtasiye malzemelerinin bulunduğu çantalarının backupıyla derse fikren ve zihnen ve hatta fiziken hazır olmalarını da eklersek, savaşmayı bekleyen yeniçeri kafasında bir an önce dersin başlamasını bekleyen kişiler olduklarını da unutmamak gerekir. Bu bireylerin %80'inin dişi varlıklar olması hala açıklanamayan büyük bir sır olarak varlığını sürdürür.

Sınavsal durumlarda daha sınav dönemi gelmeden bir iki hafta önce stres topuna dönüşen bu bireyler, erkenden gardını alıp sürekli tekrar üzerine tekrar ile sayfaları çevirmekten eskiyen defterleri ile başarıya aç ve avını bekleyen kaplan formatında sınav döneminde büyük bir savaşcıya dönüşürler. Zaten sosyal alanda büyük bir fail içerisinde olan bu bireylerin en büyük sosyal çevre gelişme dönemi sınav dönemi olur. Not isteme hususları, ders çalıştırma istekleri, nerelere çalışılması gerektiğinin sorulması ve hocalar ile yoğunlaşan sınavsal soru döngüleriyle çok ağır bi sosyalleşme dönemine girerler. Aslında daha çok şey yazılabilir ama daha önümüzde zilyon tane profil olduğundan burada kesmek elzemdir. Kısaca, bu bireyler yalnızdır ama hep kazanan taraftır.


2. Yarı Zamanlı Nerd ve Sosyal Öğrenci Kafası (%15-25)

N
erdlerin aksine, sınıfa girdiklerinde hemen hemen sınıfın yarısına selam verme tribine kapılıp "Naber? - Nabıyorsun?" gibi soft ve bayat söylemlerle herkes ile diyalog halinde olan fakat burdan öteye geçmeyen ilişkiler dolu bir sosyal çevreye sahiplerdir. Dışarıdan görünen bu sosyalite özünde büyük bir yalnızlık işe perçinlenmiş bünyelerin dersleri önemsemiyormuş gibi görünüp aslında içinde büyük bir başarı saplantısı olan ve sınıfın diğer başarılı bireyleriyle amansız bir mücadele veren öğrenci kafasına sahiplerdir. Çok fazla gezmezler, gezemezler. Takılacak, oturup adam gibi eğlenecek birey bulma sıkıntısı çekmek bir yana dursun bu tarz bireyler ile takılmaktan aslında götümgötüm korkan ve bunun sebebinin bu bireylerin kendilerini başarısızlığa sürükleyeceğini inanan bir düşünceye tutsak olmuşlardır. Hayatın sosyal sekansında hafif sıkıntılar çekseler de kendi sosyal grubundan keyifli arkadaşlıklar edinebilir ve aralarında şarap içme günleri düzenleyip, kitap alışverişi yapabilmektedirler.

Sınav döneminde çok fazla notsal sıkıntı çekmezler lakin stresi yaşama konusunda şampiyonluğu kimseye kaptırmazlar.
Sürekli bitmek bilmeyen bir kaygı çekerler. "Ay nasıl yapacağım ya hiç çalışmadım ben offf püfff müfff" gibi söylemlerle bir noktada üstlerine ilgi çekmeyi başarıp kendilerini güçsüz göstererek aslında rakiplerinin de çalışma oranını düşürerek sınavlarda avantaj sağlamaya çalışırlar. Hele hele sınav sonrası yapılan hararetli tartışmalar sonrası "Ay bok gibi geçti ya hiç yapamadım üfff püfff müfff" söylemlerini duymanız içten bile değildir. İşin en can alıcı ve kişisel olarak en çok güldüğüm kısmı ise, bu söylemler sonrası sınavdan minimum 80 alınmasıdır. Tiksinirim. Bu klastaki insanlarında büyük çoğunluğunun dişi varlıklar olması ise gene büyük bi paradigmadır.

3. Sosyal Öğrenci Kafası (%40-%60)

O
kul ile sosyal hayatının dengesini az buçuk tutturabilen ve okula gelmeyi ihmal etmemeye çalışan öğrenci grubudur. Okuldaki sosyal çevreleri geniş sayılabilicek niteliktedir ama gene yaban ve soft söylemler ile kısıtlı bir diyaloğa sahiplerdir. Fakat sınıftan takıldığı kemik bir kadroları muhakkak vardır. Bu kadro ile okul dışında da ağır bir şekilde görüşen, birbirlerinden okulsal durumlarda güç almayı ihmal etmeyen ve bu konuda kanımca asalak formunda yaşayan bireylerdir. İlginçtir ki bu sosyal grup da içlerinde garip formlara ayrılır. Grubun içindeki dişi yoğunluğuna göre sıralanmaları müktedirdir. Eğer grubun içersinde dişi unsuru var ise, okul öncesi kafede buluşup çay içmeceler okul sonrası da aynı çeşit planlar ile şekillenen ve akşam gidilebilecek organizasyon planları sonrası bir şekil öğrenci birahanelerinde bol bol gördüğümüz grupsal öbekleri oluştururlar. Birbirlerine misafircilik oynamayı da pek severler. Fakat içinde dişi bulunmayan erkeksel grupların hali ise pek keyiflidir. Okula gelinip daha ders başlamadan önce eğer dört erkek toparlanırsa batak ya da okeye, yeterli sayıya ulaşılamayıp iki kişi kalınan durumlarda ise playstation a kaçılma gibi triplere kapılırlar. Eğer grup içersinde bir erkek kişi sınıftan ya da okuldan bir kızı gözüne kestirmisse grupça okulda beklenir, karı kesilir, süzülür ve bilimum bunun gibi boş gönül işleri ile uğraşılır. En nihayetinde okula karı kesmek için gelmekte sosyal durumu perçinler ve keyfe keyif katar. Bu gruplar daha da çeşitlendirilebilir lakin tek ortak özellikleri hep birlikte hareket etmeleridir ki ders aralarında başında sonunda hep birlikte öbek öbek takılırlar.

Sınav dönemi geldiğinde, bütün bu bireyler kaygı düzeyi olarak negatif bir çizgi izlerler. Hep birlikte toplanırlar ders çalışırlar, beyin fırtınaları bitmek bilmez ve en nihayetinde bi şekilde vize dönemini geçirirler. Olası 1-2 ders bırakma hakları vardır. Onu da akşam gezmelere ve küçük çaplı takılmacalara verirler. Kendi yağında kavrulur giderler ve mezun olurlar. Bu sosyal grubun da ineklemekten arta kalan hatunlar ve yoğun şekilde erkek formunda olması ise kaçınılmaz bir sondur.

4. Okulu ve Okulculuğu Sevmeyen Öğrenci Kafası (%5 )

B
u bireylerin eğitime öğretime büyük bir isyanları vardır. Seneler boyunca süre gelen okul hayatından görece bıkmış usanmış ve elastik olan üniversite hayatının nimetlerinden yararlanarak okula gitmeden de bu işleri yürüyebileceğine inanan bir kafa yapısına sahiplerdir. Okula ya sadece vize döneminde ya da ara sıra imza atmak ya da attırmak gibi bir eylem peşinde müdahil olurlar. Şayet derste kalmaları mecburi ise dersi dinlemekten ziyade bulmaca çözerek veyahut gazete okuyarak en arka sıraları işgal ederler. Ders bittikten sonra hemen okuldan uzaklaşırlar ki zaten okulda çok fazla tanıdığı birey de yoktur. Varsa iki kelam edilir, hoşbeş belki takılınır ve sonrası direk kendi bildiği ve sevdiği hayata devam etmek adına ortamdan kaçılır. Bu bireylerin bir diğer özelliği ise sosyal ve entellektüel bazda kendilerini geliştirmeye yatkın olmalarıdır. Bunun sebebi boş zamanlarının bol olması gibi görünebilir. Tabi bunun dışında farklı tasarrufları da mevcuttur. Şöyle ki üniversite hayatının başlarında okula gidilmiş lakin üniversiteye gelen insanların yapmacık ve boş halleri sonrası ister istemez üniversiteden soyutlanmayı tetiklemiştir. Sınıf ortamına ve sınıf içersindeki diğer sosyal statülere aidiyet hissedilmemesi gibi bir durum söz konusudur.Son olarak, Nerd veyahut Yarı Nerd bireylerin takılmaktan korktuğu ama içten içe imrendiği öğrenci grubunu teşkil etmeleri de ayrı bir paradokstur.

Vize dönemi yaklaştığında kaygısal bazda minimum stres yaşanır ve sağdan soldan bi şekilde toplanmış notlar ile sınavdan bir gün önce alınan istihbarat ve önceki senelerde sorulmuş sorular üzerinden gidilerek bir şekilde dersten geçmeye bakılır. Eğer geçilemezse bu çok büyük dert edilmez ki kalan ders sayısında mutlak bi özgürlüğe sahiplerdir. Bunun sonucunda sınıfta kalınması veyahut alttan zilyon tane ders ile boğulması pek sık görülen bir diğer özelliktir. Öyle veya böyle mezun olunur, sonrası ise büyük bi muammadır.


Evet sayın öğrenci kişiler, gözlemlerim bu yöndedir. Daha spesifik ve ayrıntısal incelenebilen bi konu olmasına rağmen ana hatlarıyla 4 grupta ayrılıyoruz. Siz hangi gruptasınız artık buna siz karar verin gözlerim. Haydi kalın sağlıcakla.

18 Nisan 2011 Pazartesi

Room on Fire & I am Out


Çok şey yazmak isteyip , hayatım hakkında pek fazla şey belirtmek istememekle doğru orantılı olarak gayet minimal ve soft bir yazı ile sizlerin karşısındayım. Fakat bahsetmeden geçemiyeceğim ve dün sabah saatlerinde minnoş odamda baş gösteren orta çaplı bir yangın ile mücadele vermiş , bunu dolunaya ve yangın öncesi dünya üzerinde oluşan diğer yangınlara bağlamış durumdayım. (Düzce'nin merkezinde çıkan yangın sonrası 10 iş yerinin yalan olması , İzmir Karabağlarda bi fabrikanın yanması gibi.) Bu yangın sonrası 2 adet yorgan -bu yorganları bilen bilir , ağır ve gün görmüş geçirmiş zani yorganlar- bir parça üstbaş ve yatağın ufak bir kısmını kaybetmiş durumdayım. Fakat bütün bunlar sonrası evin baştan aşağıya tribal şekilde temizlenmeye itilme durumu herşeyi pozitif bir doğru üzerine yıkmış vaziyette. Şu dakika mutluyuz.

Yanan yorganların öncesinde , yorganların defalarca atılmaya teşebbüs edilip atılamaması ve sonrası Bako'nun yorganlar hakkında "Bunları yakmamız lazım , başka türlü oluru yok" söylemleri üzerine kendilerine yanarak veda etmemiz pek acı ve manidar. Fakat işin en can alıcı kısmı , Burak kardeşimin bu husus üzerine yazmış olduğu efsanevi tweet. "O yorganın hakkı yanarak ölmekti zaten, o kadar günahı sadece o cehennem kesmezdi, bi' de bu dünyada yanması elzemdi." Güle Güle ZANİ YORGANLAR.

Radikal ataklarım gün geçmiyor ki bitmesin. Sanırım minimal hayatımda yapabileceğim en büyük radikal değişimlerden biri sigaramı değiştirmek olurdu. Düşününce , işi gene etkik köken ve alışkanlıklar üzerine yıkmak en mantıklı karar gibi duruyordu. Yeni sigaramın markası "LM" olmakla birlikte ; senelerdir içtiğim sigara Malbora Light iken ve üstüne üstük marjinal karadenizli Lazsal bünyeye sahip iken başkada bir tercih yapmam pek saçma olurdu. Bilen bilir LM'nin açılı LAZ MALBORASIDIR. Etnik radikal kararlar , BOOOM!

Yaklaşık 2 haftadır , filmsel ve müziksel durumlarla pek iç içeyim . Özellikle evime lcd ve ses sistemi şekli yardımı yapan insana teşekkürü borç bilirim , hay sen bin yaşa. Sen olmasan herşey yarım kalırdı. Herne ise ,bu iki haftalık dönem içerisinde gördüklerimi dinlediklerimi sizlerle paylaşmayı bi yerde borç biliyorum. Dönemsel olarak pek keyifli geçen bu dönemde ne yedik ne içtik. Buyrun :

Filmsel Hedeler

Bağımsız filmler kuşağına zoraki adımım sonrası eski sevgilim bu durumumu görse sanırım sağ gözünden bir damla yaş düşerdi. En nihayetinde daldık bi yola ve sonucunda Dramsal durumlara ağır şekilde dalıp sonrası seviyesiz komedilerle perçinlediğim bu dönemde yoğun şekilde hoşlaştığım filmlerin olayları şöyle ;

DeUsynlige : Sanırım dram konusunda İskandinav ülkelerinin ağır bi üstülüğü mevcut. Bunlardan biriside nacizane DeUsynlige. Konu itibariyle pek göremiyeceğimiz bir yapıda. İşin içine çocuk hatta öldürülen çocuk girince , dramın tadından yenmiyor. Değişim ve masumiyetin güzel bi tasviri. 9/10

Klopka : Sırbistan yapımı ve özünde pek Türk işi bir senaryo ile yoğrulmuş garip bir film. Ters köşe hususunda ve ölücek çocukları için acilen ameliyat parası bulması gereken gayet normal ve temiz ailenin ağır dramı. 9/10

Mister Lonely : Micheal Jackson ve Marilyn Monroe , Pariste tanışıp sonra Monroe'nun Jackson'ı İskoçyada bir şatoya Charlie Chaplin , Sherley Temple , Abraham Lincoln etc. ile birlikte yaşamaya davet etmesi üzerine gelişen hakikaten kafa karıştıran ve pek ince olaylar silsilesi içeren extra bağımsız film. Keyifli bir hikaye ve naif bir komedi fakat belirtmeden geçemiyeceğim gene sonu ağır DRAM. 8/10

Enter the Void : Gasper Noe abimiz ki sinemaya kattığı avantgarde triplerden ötürü inanılmaz saygı ve büyük bir sevgi duyduğum yönetmen kişinin 2 senedir altyazısını beklediğim ve bence Dönüş Yok filminden sonra yenilikci tekniklerin tavan yaptığı şimdiden efsane olmaya aday bir film. Fakat tam ve yoğun bi haz patlaması yaşamak istiyorsanız büyükçe bir tv ve ses sistemi edinip kafayı da hafif yukarı çekerseniz pek daha keyifli olur. Ölümcül 10/10

Dizisel Hedeler

Eastbound & Down : İki senedir altyazı beklenip sonrası mutlak bi keyfe kapıldığım ve kanımca son senelerin en komik materyale sahip dizidir. Danny Mcbride zaten dünya üzerinde en çok güldüğüm aktör konumunda olmakla birlikte senaryoya da el atmış ve ilk sezonun hemen hemen tamanında kankası ve favori yönetmenlerinden biri olan D. Gordon Green yönetmen koltuğuna oturtmuş. Hikaye bazında eski bir süperstar beyzbol oyuncusu olan ve sonrası yaşadığı çöküş ve bağımlılıklar sonrası düştüğü durumu anlatıyor. Speachler ve tripler bir harika. Dört dörtlük. Şiddetle tavsiye. 10/10

Müziksel Hedeler

Trifonic denen bireyler direk ağzıma sıçtılar. Özünde triphopçılık oynuyormuş gibi görünselerde hunhar müzik dinleyicilerine hiç öyle değiller. Idm'den tutunda dubstep'e , klasik müzikten tutunda post-rock'a ambient'e ne biliyim binimum her bok mevcut müziklerinde. İnanılmaz ötesi , çok büyük , çok ağır ve çok underrated. Tek albümleri mevcut ki hemen bulup indirin ve aklınızın ırzına geçin.

Sanırım yazmak istediğim ve yazmaya üşendiğim yığınla mesele mevcut burada. Kısaca şöyle yapıyorum.

Son 2 haftadır ağırlıkla ne dinliyorum. 8tracks
Şöyle de bir adet mix yapıverdim. El emeği göz nuru , partinizde çalın keyiflenin. Justin Vaders

Son olarakta bu senenin en büyük kliplerinden biri ile sizlere veda ediyorum. İtiraf etmek gerekirse , yarınki vizeye çalışmamak adına bu yazıyı yazarak kendimi ağır şekilde kandırdığımı biliyorum. Olsun , hızlanalım. Buyrun klip ;

Woodkid – Iron from User Name on Vimeo.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Kova Burcu'nun Nisan Ayı Yorumsalı

Öncelikle Nisan ayı içersinde Güneşin , Saturn ile olan ilişkisi biraz alangirli ve sıkıntılı olucağından 24 Mart saat 11.02 ile 11 Nisan 23.45 dilimi arasında yapıcağınız tercihlerin 20 Nisan'dan sonra acısının çıkması söz konusu olabilir. Bütün bunlar olurken tabi ki Mars ayını unutmamak gereklidir ki 2 Nisan ile 4 Nisan arası hafif aya yaklaşıp sonra bi çıtır sol yapıcak olan Mars , size çok pozitif bir enerji pompalıyacak. Akineksi Galaksisi , Nisanın son günlerinde astral enerjisi yoğun olan kovayı derinden etkileyebilir. Aman dikkat diyorum ve sinirlerinize hakim olmayı öneriyorum sayın kovalar. Geri kalan günler normal bazda ilerliyecek amma velakin doğru seçimler yaparsanız. En nihayetinde Zodiacın en köhne yerine seslendiğiniz aydasınız.

Para
Nisan ayı özünde çok sıkıntılı geçicek gibi görünebilir ki mantık dışına çıkılan her durumda da öyle olması olası. Şöyle ki , ay başındaki parasız durumlarınız ayın 7si gibi bi çıtır düzlüğe çıkmanızı sağlıyacak. Fakat kontrolsüz yapıcağınız harcamalar ile ayın genelini negatif şekilde etkileyebilirsiniz. Yükselen burcu Boğa olan Kovalar ise bu ay içersinde sıkıntı yaşamamaları olası. Diğer yükselenler için aynı şeyi söylemek mümkün değil , zor bi dönem sizi bekliyor kovalarım. Ayın 15ini görürseniz , Nisan 22 gibi Jupiter'in pozitif enerjisi üzerinize düşebilir ve parasal konumlarda yüzünüz gülebilir. O zamana kadar enerjinizi ve cebinizi dolu tutun , sonrası Allahın takdir-i ilahisine kalır.

Sağlık
Sayın Kovalar , 24 Mart - 9 Nisan arası sağlıksal bazda ağır ve pandımanlı bir duruma düşmeniz söz konusu. Hatta etrafınızdaki insanlar sizin için endişelenebilir ama bunu fazla takmayın. Allahın size vermiş olduğu üstün mantık yetenekleri ile sağlıksal etkinliklerde kendizi pozitif bi konuma çekebilicek bi iradeye sahipsiniz. Bunu sadece ben söylemiyorum , Uranüs ile Neptün arasındaki yakınlaşma da bunu tastik ediyor. Enerjiniz ve kafanız hep dolu olsun. Ancak bu şekilde kötü düşüncelerin bünyede yarattığı stresten kaçıp , huzura ve sağlığa kavuşabilirsiniz.

Aşk
Aman diyorum , canım kovalar. Seksüel çekiminiz , sağolsun Jupiter tarafından ağır şekilde destekleniyor ama siz bunu farketmekte Mart ayından kalan negatif enerji münasebeti hususunda sıkıntılar çekiyorsunuz. Gezegensel durumlardan ziyade bahar ayının gelmesi ile çiftleşme oranın oluşan pozitif artış kısasında Ayın , Satürne olan uzaklaşması sonucunda bundan nasiplenmeniz biraz zor görünüyor. Fakat yılmayın sayın kovalar , 11 Nisandan sonra sağolsun imadıdınıza Pluto yetişiyor. Evet yanlış duymadınız Pluto. Her ne kadar görünürden ve gönülden uzak olsada , hayvani enerjisi ile sizleri yoğuracak ve amansız bi yoğunluğun içersine sokucak. Fakat 13 Nisan 12.02 - 14 Nisan 05.22 arasında Pluto , Saturnun arkasında kalıcak ve herşey tersine dönicek. Bu süre içersinde her ne yapıyorsanız tersini yapın sayın kovalar. Allah yolunuzu açık etsin. Hızlanın.

Genel Yorum
Astronomik bilgilerin ışında pek manidar olan kova burcunun , hafif sıkıntılı ama hafifte meşrep durumlar arasında kalması bekleniyor. Fakat herşeyi değiştirmek sizin elinizde , herkes kaderi altında ezilir ya da üste çıkar. Bu burç işlerinden pek hayır geliceğini ben de zannetmiyorum ama ben gezegenlerin yalancısıyım. Biline ki kendileri çok yaklaşmayı seven ama uzaklaşmayı da unutmayan uçan büyük taşlar , zodiac olayları zaten büyük bi lütf. Son bi tavsiye , bu ay yastığınızın altından Ametist taşını eksik etmeyin , negatifi alır rahatlatır falan.

Nisan Ayı için Tercih Edilmesi Gereken Meseleler

İçecek : Sütlü Çay
Kitap : Ekspresyonist Pezevenksel Edebiyat Kuşağı
Film : Post-Sırbistan yapımı ağır bağımsız dramsal filmler
Saç Kesimi : James Dean kafaları
Müzik : The Weeknd ve abstract hip-hop
Bardak : Geniş ağızlı fincanlar üzerinde kubist çalışmalar
Pastane : Bornova Topraktan

Bunların üzerine gidilmesinde tavsiye var diyorum ve Nisan ayı için hezeyanları kapatıyorum.

1 Nisan 2011 Cuma

Hindi Sedat


Önceki hayatı sorguladığım şu dakikalar , reelkarnasyona gönülden inanmaya başladım. Önceleri içimdeki bu amansız ateşin nasıl olur da farkından gelmem , buna ciddi şekilde yanarım. Zaten görece saçma sapan bir olay sonrası üzerime yafta edilmiş bu lakabın , aslında hayatın bana oynamış olduğu ufak çaplı ama keskin bir push sonrası özenerek yarattığı ortam ve olay sonrası bunu sağladına inanmaktayım. Bu lakabın bana vahii ile ulaşmasından 3-5 gün sonra "Aa tabi ya Hindi lan , ha siktir" diyerek yaşadığım hindisel olayları bir kalıp altında topladım. Akabinde akan günler sonrasında ise bu kalıba körü körüne inanmaya başladım. Gerçekler ise aynen şöyleidi :

Gerçekte çok acı olmamakla birlikte çok gerçek ve çok acı değildi. (ahahah) Neise , bu gerçek aslında en az hayatın içinde yaşanabilecek gerçeklikte bir gerçekti. (ahaha) Oy! Son iki cümlede güldüğüm bu meseleden ışın hızıyla uzaklaşarak devam ediyorum ki , EVET ASLINDA BEN GEÇMİŞ HAYATIMDA BİR HİNDİYDİM! DADADADADADADAN! Bu kadardı abi. Her şey bu kadar açık ve büyük punto ile göze çarpa çarpa yoğrulmuş bir gerçekti. Hindilik ruhumun en deeply, en hardly noktasında muhafaza edilmiş ve 23 yaşında kilitli kapılar ardından çıkarak benliğimi ele geçirmişti. Artık eski haline dönemeyecek olan Sedat , Hindi gibi yaşamaya ve en derin hindi düşünce yapısı ile donanmaya karar vermişti. Geri dönüş imkansızdı ve Hindi'nin hiç affı yoktu! Ev arkadaşı Burak'a "There is a gold in da house. Hurry up mate" yazılı smsi gönderdikten sonra Hindi olduğunu anladığı ilk zamanlara ufak çaplı bi flashbackler serisi yedi.

Dışıdışıdın..filifilifi....

İstanbul'da , akşam sularında oluşan bir ortam akabinde. Ortama sonradan dahil olan bilmiş geçirmiş bi abimizin bizlere öğretmiş olduğu bir adet aletin adının. "GuluGulu" olduğunu öğrendinde yaşadığı massive şoku kimse anlatamazdı. Keza ortama sonradan gelmiş bireye kendini "Hindi Sedat" diye tanıtmasından sonra bu imkansızdı. Allah'ın rahmeti üzerine, bu şok karşısında ilk dersini aldı.

Düzce'de gelişen bir diğer husus ise, Ilyas ile oturup bira içme işine kurulan bünyenin hemen mekanın karşısında yer aldığını gördüğü "Hindi Döner" yeme eğilimiden sonra tüm zamanlarda yediği en güzel dönerin kesinlikle ve kesinlikle Hindi Döner olduğunu anladı. Yıllar yılı eşşek gibi yemek yiyip, döneri ana besin maddesi olarak kullanan Sedat'ın, engin döner bilgisi bu şekilde yok edilmişti. Tekrar bir şok ve tekrar bi hüzün...

Düzce'de yaşadığı bir başka olay, son olayla paralellik göstermesi dışında en az onun kadar etkili bir olaydı. Sedat'ı gören dedesi "Ne o saçlar, Hindi gibi olmuşsun." lafından sonra "Evet dede, bundan böyle rajondaki adım Hindi Sedattır." cevabını veren Sedat'a gelen cevap olay örgüsüne nokta koyan eksik cümle idi "Hindi eti şimdiye kadar yediğim en keyifli et, devam et iyi yoldasın." ... Dadandan x2! Keza Sedatın dedesi hayatında şu zamana kadar tanıdığı en büyük et tüketicisi insan idi , hatta o kadar ki dedesiyle etmiş olduğu bir et muhabbetinde; Düzce'ye ne zaman ne kadar inek girdiği ve ineklerin nereden geldiği bilgisini kendisine belirtmişti. Yara almaya devam edildi ve trans ve trans!

Bu trans durumlardan sonra transform geçirme kararını aldığımı söylemek isterim. Hayatımda şu zamana kadar içinde bulunduğum 3 adet hindi bazlı muhabbet var idi ve üçü de son 1 ayda gelişip , dallanıp budaklandı. Bu 3 durumunda birbirinden ağır öz yapısı sonrası kafayı yiyip , etrafta "gulugulugulu" edasıyla ellerimi açıp , kafamı sallayarak dolanacağım. Savaşım budur, isteğim budur! Sinirli bi bünyeye sahibim, üzerinize saldırabilirim! GULUGULUGULU!

18 Mart 2011 Cuma

İçsel Hedeler & Gene Salladım


Aslında Düzcede olmayı seviyorum. Her gelişimde daha bi sıcak daha bi el açan formatta buluyorum memleketimi. Zaten yıllar yılı geçirdiğim onca zamandan sonra lanet olsun lan buraya kafalarında terkettiğimde büyük bi bencillik ile yoğrulduğumu farketmem ancak 5 sene sonrasına mütakıp düşüyor. Şimdi daha bi sahibim , şimdi daha bi sıcağım ve şimdi daha bi rahatım. Eski hopçiki kafalardan arınıp yavaş yavaş formal yaşamın pençelerine atılmamın aslında dünyaya olan bakışımın tecrübe ile yoğrulup önüme akşam yemeği formatında sunulmasından ibaret. Paçalarımdan akan bu wisdom durum ve sonrası getirdiği bir çok yeniliğe adapte olmakla geçiyor zaten son zamanlarım. Artık nereye kadar eskisi gibi hızlanma eğilimleri?. Evet bunu artık kendime sorabilecek kadar büyüdüğümü sanıyorum. Evvela beni tanıyan herkezin buna şaşıracağını pek net bildiğimden , içimdeki formal bireyin şimdiden rahimden kafasını çıkardığını belirtmem gerekiyor. Ikınma evlerine ve sonrası mutlak formal birey. Ama içimde hopçikiyim ama içimde kopuğum ama içinde fütursuzum.

Bunca geçirilen hızlanma zamanlarının bana kattığı çoook büyük bi tecrübe olduğunu zaten fazla dillendirmeye gerek yok. Evvela artık muhabbetler ile kavrulmuş bir leblebiyim. Çok büyük leveller sonrası hakikatlı heavy bi shitim. Bu konuda mütavizi olucak bi durum yok. Neysem oyum , zaten eskisi gibi kendini beğenen egoist denyonun teki olmaktan çoook uzaklarda süzülüyorum. Artık kaldırabiliyorum , artık kabullenebiliyorum ve artık susuyorum. Büyük be olum diyorum içimden , büyüdük! Ya şimdi ne olucak , ya şimdi ben nereleri hak ediyorum , kimler tarafından talep ediliyorum. Göreceğiz , bileceğiz. Şu durumda son demlerini yaşadığım hızlanma eğilimlerine yavaş yavaş bir düşüş ivmesi kazandırıp , gereken mutlak sonu hazırlama durumları ile savaşmam gerekiyor. Haydi aslanım , haydi hindim!

Sikik içsel durumlar hedesinden sonra Düzce hususuna yeni bi boyut kazandırma eğilimindeyim. Abi bana acilen fotoraf makinesi lazım! deme durumu tekrar dillendi. Pek keyifli bi kahvaltı sonrası sütlü çayım ve sigaram ile bu huzuru nasıl nakış nakış işlesem derdinde , sadece yazı ile betimleyebilieceğim ama bunu yapmanın çok zor olduğunu bildiğimden sadece bir adet fotoraf ile bu hakikateli durumu anlatabilirdim. Neyse siktir edip betimlemeye geçiyorum ; Sütlü çay , Sigara & Düzce = CHILL! ahahah bu kadar lan! Çok minimal kafalar , massive huzur!

Düzcenin anlam kazanmasında İstanbulda geçirdiğim 15 gününde etkisi yok değil. Çoooook hızlandık ve çooook yavaşladık. Yeterli hedonist meseleler ile bezendik ve durdum. Olması gereken , yapılması gereken en büyük erdem de buydu ; durmak.

Alışkanlık haline getirmeye çalıştığım bir diğer husus ise , bu zamanlarda ne dinliyorum ne izliyorum ve ne okuyorum. Hemen ufak bi özet geçiyorum.

Ne seyrediyorum ; Dizisel bazda Behzat Ç ve Pokemon ile boğuşuyorum. Özellikle Behzat Ç , çok anasının gözü bi dizi olmuş. Tebrik etmek gerekli , hatta yaptıları iş büyük cesaret istiyorum ki helal olsun. Sanki herşey götümün dibinde oluyor gibi içten ve naif. Speachler çok çok rahat. Rahat adama rahat dizi abi. Mis.

Pokemon olayı çok çetrefilli ama kafayı taktığımı söylemem gerekiyor. Önümde daha çok fazla yol var ama belirtmeden geçemiyeceğim acayip kafa açıyor abi mevzu. Sırf bu yüzden evladiyelik koleksiyonunu alabilirim. Her daim kafa açıcı şeyler lazım.

Ne seyrediyorum kafasında son zamanlarda seyrettiğim en chill ve indie film ise "It's Kind a Funny Story" (http://www.imdb.com/title/tt0804497) Çok eğlendim seyrederken , hemen atlayın derim.

Ne dinliyorum ; Ministy of Sound Chilled Complication bu kadar.

Ne okuyorum ; Arthur Nersesian "Fuck-Up" ki çok anasının gözü bi kitap olmuş. Hafif kendimi de bulmadım değil. Hayatında herşeyi olan ve gelecek hakkında pozitif düşüncelere kapılan bir bireyin hayatının 5 senede nasıl tam tersine döndüğünü anlatıyor. Tavsiyeden kaçmam.

26 Şubat 2011 Cumartesi

Salladım.



İnceden inceye fotoğraf makinesi isteme durumu ile baş başa kaldığımı belirtmem gerekir. Özellikle son birkaç aydır değişen statikoları bir güzel arşivleyip , ah-vah gene experimantel tripler ile bezenmissin Hindicim demek baki kalmalı idi. Ama hala birşeyler için geç değil. Evvela kimsenin benim olduğunu bilmediği tumblr adresi ile ufak çaplı bi populerite kazanabilirdim diye düşünmekteyim. Hakikatli ve saçma sapan geçen bu dönemin yahnisini yemekte , beni tanımayan bilmeyen ama gördükleri karşısında evvela pek eğleniceğini düşündüğüm şeyler ile karşı karşıya kalan denyolara kalıridi. Ha keşke onlardan biri ben olsaydım. Ama olamam. Çünki ortada fotoğrafa yönelik hiçbir bok yok ve ben kendi kendimi tanıyorum. Üzülüyorum. Bu kadar kısa ve mantıksız paradokslar kurup çürütüyorum. Zaten bu paragrafı yazmam başlı başına bi saçmalık. Oy.

Şu an bira içmekle ile meşgülüm. Bir de yürürken kendimi çok sosyal hissetiğimi keşfettim. Ha sanırım yürürken çok fazla şey düşünme gibi bir yetiye sahipmişim bunu da kestim. Benim sürekli yürümem lazım abi. Yürümessem düşünemiyorum. Bu focuslanma olayında ağır bi terapi olduğunu düşünmekteyim. Koşarsam nasıl olur diyede merak etmiyor değilim. Ama şu durumda 50 metrelik bir depar sonucu yere yığılıp kalmam olası. Zaten hindiler kısa depar uzmanlarıdır. 10 metre koşarım sonra mola veririm. Gulugulu edalarıyla ona buna saldırırım bu depar esnasında. Fakat kimsenin olmadığı ortamlarda koşmayı yeğliyorum. Misal salondan tuvalete kadar depar atıyorum ara ara. Komşuların evde hindi beslediğimi düşünmelerini istemediğimden gulugulu olayını bi kenara bırakıyorum. Malum yönetici extra fazla ödenmeyen apartman aidatları ile ilgili tehtitlerini evdeki sesleri kısmamız şartıyla sineye çekiceğini belirtti . Bu durumu hala idrak etmiş değilim. Zaten bu apartmanda çok farklı şeyler oluyor , hissediyorum. Fakat bir hindiye yer olmadığını ancak ödenmeyen aidatlar sonucu öğreniyorum. Sırf rahat bir şekilde gulugululamak için apartman aidatının 4te 1ini ödemeye karar verdim. Sanırım bu beni 1 ay için rahatlatır. Bu süre içerisinde de transformaze olup başka bi hayvana dönüşme olasılığımı düşününce mantıklı bi kararmış gibi duruyor. Sesinin yankı yapmadığını bildiğim ördeğe dönüşme gibi bir eğilim içersindeyim inceden. Bakalım zaman neyi göstericek. I can transform ya!

Şu an sigaramı yaktım. Sosyalleşme konusuna takmış vaziyetteyim. Geçenlerde K.parkın nacizane sütlü çay konusunda expertleştirebildiğim kafelerinden biri olan "Cafe Paris"de otururiken , Yan kafede mevcudiyeti bulunan muhabbete ister istemez kulak misafiri olurken buldum kendimi. Evvela suratına bile bakmaya tenezzül etmediğin denyonun tekinin masadaki diğer bireylere zencilerin sosyolojik evrimleri hakkında verdiği bilgiler beni ağır örseledi. Daha yeni seyrettiği bir filmden alıntılar ile kişisel perpektifini ortaya seren bu durum aynen şöyle cereyan etti ; "Abi geçen bi zenci filmi seyrettim. 70lerde 80lerde geçiyordu. Zenciler eskiden zekiymiş lan. Öyle yo yo yo demiyorlarmış ahahahahah. Böyle ne mücadele etmişler ne savaşlar vermişler hatta o ara kitap okuyorlarmış falan ahahahaha. Hani özgürlük mücadelesi vermişler ya işte ondandı bu zenciler. Çok güzeldi abi ya." Çok fazla irdelemek istemedim. Derinliklerine inince anlattığı durumun paternleri hakikaten büyük bir kaosun sadece görünen denyosal yüzüydü. Sütlü çayımı içmeye devam ettim.

Inception filminin ana meselesinin Paul Auster'in "Karanlık Adam" adlı kitabından çalınıldığını düşünüyorum. Yakıştıramadığım ki şaşırdığım bi mesele oldu son zamanlarda. Ama kitap bi şahane bu arada , okumanızı tavsiye etmekteyim.

Nicolas Jaar "Space is Only Noise" albümü daha şimdiden 2011in en büyük albümü olmaya en büyük adaydır gözümde. Radiohead ile aynı zamanda release edilmesine rahmen ezici bir şekilde Radioheadi solladı. İster istemez yaralandım. Gerçi tabi çok fazla Radiohead dinlemek istememenin de bunda etkisi büyük o ayrı. Neyse ne lan , albüm şahane. İsteyen de buyursun BURADAN indirsin.

Hazır müzük demiş iken ; 8tracks adlı sitede ufaktan atılım yaptığımı belirtmeliyim. Uzun süredir dinleyici formatında takıldığım siteye üşenmeyip aktif bi şekilde mix olayına girip , evimin dışında bulunduğum her ev ortamında müzikal durumu manipule etmek adına çok verimli bi işe imza atmış bulundum. Keza ev dışında da rahat müzik dinleyeyim diye facebookta sürekli video paylaşma zorunluluğundan feragat etmiş bulundum artık rahatım. Belirtmeden geçemiyeceğim , hakikaten çok keyifli mixler mevcut ki hızlanmak isteyenler buyursunlar.

http://8tracks.com/bakliyat

21 Şubat 2011 Pazartesi

Yazarsan rahatlarsın dediler. Yazdım.

Yazarsam , rahatlarım kafasında kendimi buralara atmış bulunmaktayım. Ha bu aralar bu "Oflu Hoca" olayına nedense çok güler oldum. İçim parçalanıyor , daralıyorum ama gülüyorum. Çocukluğumda kaset versiyonu vardı bu denyonun. Hatta hiç unutmam , amcamın arabasında olduğunu düşündüğüm bir araçın içerisinde Oflu Hoca dinleyip kehkeh gülen büyüklerin neye nasıl niçin güldüklerini düşündüğüm dakikaların en yoğun olduğu bi dilimde amcamın giden arabanın kapısını açıp , extra gülmekten olucak ki yosun tutmuş çiğerlerin isyanı bazında öksürme krizi sonrası balgamı asfalta yapıştırmıştı. Eh şimdi şimdi bu mesele ile bütünleşince Oflu Hoca bi anlam kazandı , bi duygusal kalıplara sokuldu , bi bulandı.

http://www.eglendir.com/animasyonlar/ofluessek.html : Oflu hoca bütün isyanı ile karşımızda. Tabi lugatta Laz Hoca olarakta geçmesi müktedir. Keza kendisi hardcore Laz. "Arkada araba var mi?" banane lan!

Sonra bu Radiohead işi nasıl olucak , anlamış değilim. Biraz beklese idik , biraz daha dolsa idi gönüllere bu aşk. Keza 2012de Türkiyeyi ziyaret etme kararlarını daha pek taze duymuş iken , şimdi de yeni albüm ile sarsılmış durumdayım. Her ne kadar , Radioheadden ziyade Thom Baba ön plana çıkmış olsada , bu uk garage ve avantgarde tavırlar beni çıldırmış durumda. Hele o "Bloom" kesinlikle mindblowing. VURGUN LAN! "Lotus Flower" ve "Feral"da diğer ağır toplar. Evvela zorla indie cenahına girdiği bir iki parçaya pek fifilendim , adlarını bile anmak istemiyorum. Gene köpeğin olduk a.q

Ha "Archer" adlı adult çizgi film kafasındaki bir diğer dizi de beni bu aralar meşgül eden bir diğer husus. James Bond'un ultra yavşak ve hazır cevap halini , umarsız tavırların tavan yaptığı bir karakterin içinde bulunduğu bir paralı gizli servis departmanı anlatılmakta. Özellikle metin ve diyaloglar şahane ve çok eğlenceli. Ağır çerez , saldırın.

Bundan sonra rajondaki adım , HİNDİ SEDATTIR. Bu meseleyi daha ayrıntılı bi şekilde ele almak istemiyorum. Bunun hem fiziksel hem de tripsel hiçbir benzerliği olmasada üzerime bir diğer Düzceli kardeşim Laz Sedat ile isim benzerliğinin ortamdaki alter-ego durumlarına parmak basması sonucu üzerime lafta olarak kaldığını belirtmem lazım. Keza bu rajonum , rajon bireyleri tarafından pozitif bi respond ile karşılandı ki rajondan şaşmıyacağım. "Rajonum Allahtan , tespiğim Bağdattan." Çok fazla aforizmik yaşamakta sakınca görmüyorum , içindeyim.

Doğum günümde nasıl olduğunu bilmediğimiz bir şekilde enerji içeceğine bulanmış şekilde bulduğum telefonumun kabir işlemlerini bitirdikten sonra evcek takviye edildiğim dünyanın zaten en küçük kapaklı telefonu olduğunu düşündüğüm dünyanın en küçük telefonunu kullanmakta çok ağır sıkıntılar çekiyorum. Benim gibi koca adamın o koca elleri ile o menüde gezmek kadar büyük bir azap yok. Çıldırıyorum hatta daralıyorum. Ha birde , abi sorunu kes ; mesaj geldiğinde oluşan reaksiyonlar sadece ya melodi ya titreşim olarak sınırlı. Neden hem titreşim hem de melodi yok arkadaş! Bu ne lan?!. Sırf bu yüzden son 1 haftadır hemen hemen bütün mesajları zamanında yanıtlayamıyorum. Bunu da bilin ki sasfataya gerek kalmasın.

Düzceli diğer Sedat kardeşimle diyaloğumuz tabi ki çoğrafi karakter durumları ile hangi ırktan olduğunun önem taşıdığı bi durumda , etnik olarak 1/4'üm Abaza , 3/4'üm Laz olduğu düşünüldüğünde çok ağır yerlere saptı. Kendisi ilk olarak Abaza dilinde bana "SIPZİO?" dedi ki karşılığım çok ani oldu. "YOĞZİ". Lakin asıl şaşırdığım nokta kendisinin bana seslendiği ilk kalıbın , benim Abaza diline istinaden bildiğim tek şey olan "Nasılsın? - İyiyim."e karşılık olması beni pek şaşırtmıştı. Kendisine de bunu söyledim , birlikte şaşırdık. Neyse sanırım bir sonraki gün gene bi sataşma havasında kendisi bana bu sefer Lazca dilinden "KUTU" diye seslenerek ve benim de tekrardan hızlı bi şekilde "Tabi tabi hatta DİBİ diye de birşey vardı lan sanırım" karşılık vermem beni tekrar büyük bir şokun içine sokmuş bulundu. Laz Sedat gene yapacağını yapıp , benim tekrardan Lazca diline istinaden bildiğim iki kelimeyi bana ifşa etmişti. Ama bu durumda yaşadığım kültürel erezyonun yanında asıl yaralı olan unsur bu lafı geçen iki adet Lazca kelimenin anatomik olarak "Vajina ve Penis" e denk düşmesi oldu. Şimdi sorarım size ; bir Düzceli olarak neden Abazaca'da bu kadar basit bir diyalogun kullanımını bilirken Lazcada çok hardcore küfürleri lugatıma katmış olmam normal bir olay mıdır? Densiz ve hoyrat yanımı nereden aldığımı buradan anlamış olmakta bi yerde büyük bir wisdom. Artık daha mutlu ve daha saldırganım!

Bu aralar durum bu. Bu durumda akılda kalanlar bunlar. Çok yazmak istiyorum ama hep üşeniyorum. Çok şey olup bitiyor ama akılda nedense bu derece saçma tripler kalıyor. Hızlanmaya devam.

2 Şubat 2011 Çarşamba

Hatunları Kategorize Etme Çabası Vol.1


  1. Yalnızlığa obsesif bir şuursuzlukla bağlanan , kısa vadede kederli fakat uzun vadede bu kederden nasır tutmuş bünyenin halinden vaktinden memnun olma eğilimi üzerine "Ben yalnızlığı seviyorum abi , ne öyle ona sorumluluk besle , dert anlat falan. Hiç bana göre değil." kafasını yakalamış , genelde Anadolunun keyifli lokasyonlarından yaşayan hatunların ciddi ve sınırları zorlanmamış uzun bir ilişki sonrası düştüğü husustur.
  2. Dışarıya extra fallik görünüp , içsel dünyasında bir o kadar kapalı ve korkularıyla yüzleşen hatun kafası. Hemen hemen bütün erkeklerle flört etme yetisine sahip olunup , etrafında yaydığı sexapel duygu yoğunluğunu bir sonraki adımda "Aa hayır ben senin bildiğin kızlardan değilim , artık gitmen gerek." hadisesine getirmeleri pek olası bireylerdir. Fethedilmesi zor bir bünye olmasına karşın , şayet fethedilirse gayet keyifli ve yoğun hadiseler yaşanması olasıdır.
  3. Dışarıya extra Anadolu görünüp , kapalı kapılar ardında reel fallik abilitysine sahip olan manita kafası. Dışarıdan bakıldığında , bu karıdan bi cacık olmaz abi - bu zamana kadar eline erkek değmemiştir içgüdüleri oluşturup , sonra sonra sağdan soldan dedikodu tabanında duyulan olaylardan sonra ağzının 5 karış açık hale gelme durumu çok çok normaldir.
  4. Ne istediğini asla bilmeyen , kendini keşfedememiş ama bu arayışı sonrasında başından geçen erkek bazlı olaylar sonrası anlamsız bir öz güvene sahip olan ve bu öz güveni beslemek adına büyük bir bilinmezden ağır bi metafor çıkarmış manita kafası. Kişisel olarak en nefret ettiğim karı tipi olmakla birlikte ; hayata dair hiçbir bilgi birikimi olmamasına karşın amiyane tabirle erkekler tarafından götünün kaldırılması sonucu çoook başka yerlerde uçuşan egonun patlak verdiği noktada simitçiye boyacıya kaçma eğilimi göstermeleri bile normal karşılanması gereken husustur.
  5. Hayatın kendisine ufak yaşlardan itibaren oynadığı kahpe oyunlar sonrası , erken yaşta olgunlaşma eğilimi gösteren manita kafası. Genellikle ailevi sorunlar sonrası ayaklarının üzerinde durma çabasının hat safhaya eriştiği ama bu durumun acı bir şekilde sonlandığı elinde torba kendisine kucak açan her türlü eve sığınan ve benim kişisel olarak en çok üzüldüğüm bireylerdir.
  6. Sözde gayet avant-garde bir manita olarak görünsede nesli tükenmekte olan Alfa-Erkeğinin peşinden koşan ve ezilip kakılmaya , hor görülmeye , kontrol edilmeye sapkınca bağımlı olan manita kafası. Genelde kendisinden ziyade pek çirkin erkeklerle birlikte olup , etrafındaki insanlara yaşadığı dramatik ezilme durumlarını ballandıra ballandıra anlatan ve bundan haz alan anlamsız bireylerdir. Tiksinirim.
  7. Sadece ve sadece güç peşinde koşan ve bunu açık bir şekilde ortaya koyan manita kafası. Durum çok nettir ; "arabası varsa veririm abi" eğilimi içersindeki manitaların saçma sapan bakış açılarından başka birşey değildir.
  8. Geçmişte yaşanan büyük bir aşk sonrası , eski sevgilisin siluetini her tarafta umarsızca arayan manita kafası. Sırf eski sevgilisine benziyor diye anlamsız davranışlar gösterebilicek bir yapıda olan bünyelerdir. Sonrası bu durumdan pişmanlık bile duymacak kadar geri kafalıdırlar.
  9. Dişiliği ile birçok şeyi başarabiliceğinin farkına varan ve bu uğurda asla birlikte olmayacak insanlarla bile birlikte olabilicek manita kafası. Genellikle işsel hususlarda karşımıza çıkan bu tip hatunlar , hayatını başarı odaklı bir saplantı ile çerçevelemiş ve istediği noktaya geldikten sonra aslında hayatın ne kadar boş ve tiksinç bir yer olduğu kanısına varmaları anlaması hiçte içten değildir.
  10. Entelektüel anlamda belli bir noktaya gelmiş ama fiziki anlamda yavaş kalan manita kafası. Fiziki kusurlarını bilgi birikim eseleriyle doldurmaya çalışan ama bir çok erkeğin umarsızca hızlı manita aramaları sonucu her zaman kaybeden birey olma sonucundan kaçamayan ve bu başarısızlığı daha fazla şey bilerek kapatmaya çalışma sonucu sonunda hak ettiği aşkı bir şekilde kazanan bünyelerdir.

31 Ocak 2011 Pazartesi

bodozlama vs. hız


It's beginnin' , slowly but it workz.
*Bugün sinirlenmek elde değil , bireylerin hızına anlam verememek aslında ateşi yakan metefor.
Bu durumda söz konusu olan kişisel mutlulukları peşinde koşan minimalist kafaların , aslında içinde çok ağır sağnak yağmur durumunda şimşeklerin çaktığı kesin.
Bizim bildiğimizin dışında kontrol edilebilme yetisi gayet işlevsiz , bir o tarafa bir bu tarafa savrulup gitmek pek normal karşılanır havası esiyor alelade.
Bu esinti ile belki ufak bi titreme giriyor bünyeye
sonrası gene hiçlik gene satır başı.
bu döngünün altında ezilen ve ruhunu şeytana kiralayan sırf sonuç bölümüne gelebilmek adına.
ya sonra demekten bıkmış , vaziyetin ağırlığı altında ezilmiş bireylerin satın aldığı mutluluk.
çalışmaz.
zaten bizim meselemiz değil.
*şimdi bu hız olayı
*banane.
*ben zaten yeterince hızlıyım.
*ama bu mantalite bir noktada tıkanıp kalıyor.
hız aslında getirdiği huzur başka bir kenardan çekip almayı çok iyi biliyor.
*çünki o sandığımızdan daha hızlı
*ve geçerli.
*o işini biliyor
*ama kafaların yükselip arşa değmesi ile doğru orantılı olarak akıllı.
ben hızlıyım arkadaş.
*benim derdim kendimle.
*dibinde 3 parmak kalmış ice tea kadar sıcak ve sevgi doluyum.
*hoba.
*başa döndük dimi abi?
**bitti lan sanırım*
*ben bi bok anlamadım
sen anladın mı?

17 Ocak 2011 Pazartesi

Arabesk Kültürü Meseleleri


Nicelere göçen büyük kültürün külleri arasından sesleniyorum sizlere. Evvela çocukluktan gençliğe geçiş aşamasında en ateşli dönemini yaşadığımız bu dönemi unutmak elde değil. Hala kulaklarımda çınlar , hala nefesi kulağımın tam arkasındaki denge noktama ufak ufak tokat atar. Lirikal anlamdaki krallığı hiçbir zaman kimseciklere kaptırmaz , keza o dingindir keza o acılıdır keza onun kalbi kırıktır! Sorarım size , hangimiz bu tarz duyguları geniş bir zaman yelpazesinde dominant şekilde hissetmedik ha?

Müzik duygu işidir bilader. Hatta duyguların en hat saffada yaşayan halidir. Gerek lirikal bütünlük gerekse de melodik bazda hedeler arasında bir köprü kurup taaa içerlerde bir yerlerde içimizin cız ettiği "ah ulan - vah babam" dediğimiz durumların , aslında dinlenen şarkıyı ne denli sevdiğimiz ile doğru orantılı olduğunu biliriz. Anadandoğma düşünülürse "dram ve aşk" müzik olayının büyükce bir alanını işkal etmeye dursun , gayette bu hadise şöyle veya böyle bize mp3 şekilde iletilmiştir. Bu nasıl olur ; herhangi bir müzikal alet veya aletler üzerinden sazlı-sözlü bir şekle bürünerek dinleyiciye sunulur. Şimdi , bu farklı kanallarda alınan duyguyu içerlerde bir yerde temaslar kurarak bir anlam kazandırıp alışverişi sonlandırır , eyvallah. Lakin ikinci aşamada bana verilen bu duyguyu ritim veyahut lirikal veyaveya ikisinin bir arada bulunup geldiği düşünülürse , bu noktada farklı bir kanala transfer oluruz.

Müziğin temelde nasıl işlediğini bildiğimize göre , bize bu bütünlüğü en iyi şekilde ifade edebilicek tarzı seçme ve o kanalda ilerlemek kalır. Bu noktada arabesk kültürünün ne denli ağır ve geçerli bir husus olduğu minimali üzerinden konuşmak gerekirse ; lirikal anlamda arabeskin üzerine çıkabilen herhangi bir durum söz konusu mudur? Bu lirikal hadiseleri gerek yaylı çalgılar bütünlüğü gereksede acılı-kaypak soundlu saz ekibi , kanun çart curt ile birleşince oluşan harmoninin üstünde bir orkestrasyon mevcut mu? Bütün bu soruların cevabını aradım yıllarca ama sonuç her zaman tekdi. ARABESK DUYGULARIN EN SALT BİÇİMİYDİ! Kim ne derse desin , ne anlatmak isterse istesin bu benim için değişmeyecek bir norm haline çoktan dönüşmüşidi. Bu noktada ; benim için türkçe müzik , arabesk ile eş tütülür bir konum haline gelmiş bulunup , şayet güzelim türkçemiz adına bir şeyler dinleyeceksem bu kesinlikle arabesk olur kafasını yakalamış durumdayım. Olayım bitmiştir , bu defterde çoktan kapanmıştır bilader!

İşin bir diğer ağır rizikosu da , küçükken kafamın içine mıh gibi yazılmış arabesk parça arşivini nereden aldığımı düşününce oluşmaktaidi. Küçük bir flashback hadiselerinden sonra , güzelim Düzcenin binimum bütün berberleri , marketleri , kafeleri , okul servisleri , fırınları ve daha nicesinde her daim arka fon müziği olarak Cengiz Kurtoğulları , Müslüm Gürsesler , Orhan Gencebaylar , Kibariyeler , Güllüler ve daha nicesi çalmaktaidi. Şimdi şimdi kafamdaki arabesk müzik arşivim ile gurur duyar olduğumu belirtip , hemen hemen her şarkıyada eşlik etme abilityim olduğunuda söylemek isterim. Bu çoğu zaman komik bir hadise olarak gözlensede , bireylerle olan ilişkilerimde her zaman pozitif bir unsur olarak ele alınacaktır. Daha geçenlerde bindiğimiz takside , İmbat Fm kafasına çoktan girilmiş ve radyoda çalınan "Müslüm Gürses - Esrarlı Gözler" adlı parçaya eşlik etme eğilimin sonucu taksicinin bana bakarak ufak bir şok yaşaması hala gözlerimin önündedir. Keza arabesk insanları birleştirir , sosyalleştirir!

Sonuç olarak gözlerim , şayet bir acınız , bir kederiniz ve bir derdiniz varsa ilacınız her daim arabesktir! Bundan ziyade hopçiki pop kültürü altında ezilen bireylerin kifayesiz ve boş duygusal arayışlarını arabesk ile bulacakları garantisini de vermekteyim. Arabesk candır , kraldır! Doğru yolu tez vakte bulmanız dileğiyle moruklar..

Unutmadan unutulmazlar (U.U) : Bu meseleye bir adet illüstrasyonik kompozisyonu ile destek olan Hatice Kardeşimizede ayrı bir teşekkürü borç biliriz. Hızlan!

12 Ocak 2011 Çarşamba

Post-Pasifizm

Tevekkel adamız. Herşey olduğu yerde duruyor diye düşünür , o şekilde bütün meseleyi özümseriz. Evvela bünyedeki bütün rahatlık rahiyasıda buradan gelmektedir. Bu rahatlıkta bir şekilde karaktere oturmuş ve ortamlarda sıfatımız rahat bireye çıkmıştır. Burada bir yanlış yoktur , işin aslı da budur. Öyleyim , rahatım ama bir şeylerin peşinden koşmayıda ihmal etmiyorum.

Bu rahatlığın bir sebebi olmasada bir sonuçu mevcuttur ki o da pasifizmdir. Pasifist olmak kendimi herşeyden pasifize etmek olarak algılanırsa yanlış olur. Bilakis herşeye parmak basan , sorup soruşturan , inciğine cinciğine kadar özümsedikten sonra bir karar varıp sonra ya aktif ya pasif bir konum tutduğumu söylebilirim. Zaten kalifiyeli pasifist olmak için bu tarz bir sağduyu gereklidir. Pasifist birey , dünyayı analatik bir şekilde yorumlayabilmeli ki her boktan çıkardığı pozitif unsurlar ile negatif unsurların üzerini örtebilmelidir. Bu örtme sonuçu ise elde kalan durumun yüzdeye vurulduğunda pozitif bir unsur olduğu görülmeli ve "boşver abi , chill" kafasına girilip iç huzur yakalanmalıdır. Örnek vermek gerekirse ; etrafta gerçekleşen onca negatif durum sonrası insanın küçücük ufacık sereserpe hayatında bunun etkisi hallice negatif olarak görüldüğünden , bütün dünya işlerini bir kenara bırakıp "Zaten bunların benimle işi olmaz abi , banane" demek büyük bir pasifizm unsurudur. Dünyada o kadar çok mesele meydana geliyor ve bu gelişen meseleler sistematik bir düzen içerisinde sürekli birbirini etkiliyor ki neresinden başlıyıpta bu hususları anlamlandırabilirim çabası gerçekten çok boş ve baş ağrıtan bir kaygı haline dönüşüyor. Bu durumda en iyisi bütün bunları görmezden gelip , birinci sosyal ortamında gerçekleşen hususlara odaklanıp anlamlandırmak daha az yorucu ve keyifli bir hal alıyor. İşte bu noktada pasifizmin bir diğer incisi positifizm devreye giriyor. Birinci sosyal çevrene aşılayabildiğin kadar pozitif aşılayıp sana bunun pozitif şekilde dönmesini beklerken pasif bir tutum belirlemek mutlak bir mutluluk arayışının ilk aşamasını oluşturuyor. Sonrası zaten , bu tutumun meyvelerini toplarken buluyor insan kendini. Verdiğini almak ve sessiz kalıp herşeye "eyvallah" diyerek bir çok durumdan kaçıldığı ve kaçıldığı kadarda durumlardan bir fayda koparıp mutlu olunduğu gözlemleniyor. Herşey bu kadar basitiken , insanların neden karamsarlığa düşüp sürekli ağlak modda olması veyahut nasılsın sorusuna "Sorma abi sanırım minor depresyon yaşıyorum"cevabını vermesini benim aklımı bulandıran bir durum halini alıyor.

Fakat , pasifist olmak için işin özünde barış yanlısı olmakla bütünleşmiştir. İşin ana minimali "No war , just love!" şeklinde ilerlemektir. Sizlere bahsettiğim iç barışı sağlama yöntemi post-pasifizm olarak taglenebilir. Keza günümüz dünyasında savaşlar ekonomiyi ayakta tutmak için bir amaç olarak kullanılır hale gelmiştir. Buda kendisini kaçınılmaz ve mecburi bir husus haline dönüştürmüştür. Kişisel görüşüm , savaşlarıda bir kenara bırakıp görmezden gelmektir.

Post-pasifizmin içerisinde bir takım farklı dinamikler barındırdığını söylebiliriz. Sürekli "high" bir konumda olunup , hayatı o kafadan yorumlayabilmek (yorumlayamamak) insanı ister istemez bir çok olay karşısında yorum üretme isteğini ortadan kaldırır. Bu durumda insan 5 yaşındaki bir çocuğun perspekfinden dünyaya selam çakar. Keyifli ve eblek bir durum olmasına karşın bir çok sorumluluk duygusuda bu durumun yanında hediye olarak sunulan negatif unsurlardır. Fakat bunları dahada "high" konuma çıkarak daha bi pasifize olarak üstesinden gelmek mümkündür. Bu doğruda düşünürsek , high olarak bir çok negatif durum çözülebilir fakat yanında çözülemeyen durumlarda peydahlanır ki bunlarda daha çok yukarı çıkılarak çözülür. Sonuç olarak en yukarıdan dünyaya bakıldığında bir bok görülmez. İşte o boşluğa çıkan insan evladı pasifizmin doruklarında yüzen bir devenin suratındaki gülücük kadar masum ve bebek tenlidir. Klas bir kafadır ve eşi de benzeri de yoktur. Am i Right?

Pasifizm ana hatlarıyla stres kaygısı güden insanların çıkar yolu üretmek adına uğraştıkları ve yoluna asfalt döşedikleri bir oluşumdur. Görüldüğü üzre pasifist olmak kolay iş değildir lakin eğer pasifist olunursa mutlak rahatlık ve sonrası mutlak huzuru yakalama garantiside mevcuttur. Denenmeli ve arzulanması şiddetle tavsiye olunur.

2 Ocak 2011 Pazar

Bakliyat Awards 2010 : Best Tracks

NIVA – Ghost in my head
Midnight Juggernauts – Vital Signs
Deerhunter – Helicopter (Diplo & Lunice mix)
Dunian – Where is the problem
Tamaryn – Love Fade
John Roberts – Ever or Not
Skream – give you everything
Dimlite – Can't Get Used To Those (Afterlude)
Miami Horror – Echoplex
UNKLE – Follow Me Down (feat. Sleepy Sun)
Caribou – Sun
Surfer Blood – Harmonix
Coyote Clean Up – DOWNHILL EXPRESS
The Black Keys – Tighten Up
Arcade Fire – The Suburbs
Holy Ghost! – Say My Name
Gold Panda – You
Warpaint – Billie Holiday
Darwin Deez – Constellations
Soft Powers – Mary Never Sings Our Songs
j. irvin dally – wild things
Lorn – Cherry Moon
Toro y Moi – Blessa
Pantha du Prince – Lay in a Shimmer
Tame Impala – Solitude Is Bliss
C.R.S.T – Cervantis Riddim
Magnetic Man – Perfect Stranger (ft. Katy B)
Twin Sister – All Around and Away We Go
Nero – Innocence
yuk. – adept-ation for DEV
Shit Robot – Take Em Up
Duck Sauce – Barbara Streisand
Porcelain Raft – See Through
Hurts – Better Than Love
Underworld – Bird 1
Twin Shadow – Slow
Bonobo – Black Sands
Gonjasufi – Ancestors
Emalkay – When I Look At You
Axel Boman - Purple Drank (Original Mix)
Architeq - Birds of Prey

Bakliyat Awards 2010 : Best Music Video

Arcade Fire - The Suburbs

Arcade Fire - The Suburbs from Merge Records on Vimeo.

Baths - Lovely Blowflow

Baths - "Lovely Bloodflow" from anticon. on Vimeo.

Nosaj Thing - Us (Jon Hopkins Remix)

Nosaj Thing "Us (Jon Hopkins Remix)" from Alpha Pup on Vimeo.

Gold Panda - You

You // Gold Panda from Aly Spengler on Vimeo.

Coyote Clean Up - Downhill Exxxpress

DOWNHILL EXXXPRESS - COYOTE CLEAN UP from rob heppell on Vimeo.

Flying Lotus - Zodiac Shit

Flying Lotus - Zodiac Shit from la 3e heure! on Vimeo.


UNKLE - Follow Me Down (feat. Sleepy Sun)

UNKLE - Follow Me Down (feat. Sleepy Sun) from UNKLE on Vimeo.

Dibiase - Skullcrack

Dibiase "Skullcrack" from Alpha Pup on Vimeo.

Gold Panda - Snow And Taxis

Snow And Taxis from Gold Panda on Vimeo.

Shabazz Palaces - Belhaven Meridian

Shabazz Palaces - Belhaven Meridian from Sub Pop Records on Vimeo.