12 Aralık 2009 Cumartesi

Bitter : Lemon : Sweet

Olayların inceliğinden soyutlanıp sadece hissedilmesi gereken duruma yöneldiğimde karşıma cıkan imgeyi adlandırmak cok zor değil. Çetrefiller , dalavereler , çentikler , davalar... hepsi teker teker dökülür aşk kokan benliğimde.İkiye katlanarak coğalır paylaşılan aşkın pürüzsüz bedeninde. Tik-tak keskinliği ile birleşir bu iki beden , naif bir dokunuşla çağrıldığında koşarak gelen arzuların bile koku alma duyusu olsa gerek. Ciğerleri dolduran son limon buketinin başımı döndürmesi gibi net bir kavramdan söz ediyorum. Ne olduğumun , kim olduğumun önemi yok bu dakika. Sadece hissettiğimle adlandırılmak istiyorum , sadece limon olmak istiyorum kusursuz arayışımın kutlamalarında. Benim için bir davanın son bulması bu , sonrası bayram yeri göz gezdirdiğim her köşe.
Anında soyutlaşmak ve sonrası anında katılaşmak gibi bir meseleden söz ediyorum. Kim bilir belki bir dengenin içersinde cekilmiş bir limon cizgisi üzerinde zafer şarkıları söylüyorum şu dakika. Keşfettiğim ve keyfini cıkardığım bir cizgim mevcut , kalınca cekilmiş ve bir haykırışı sembolize eder gibi sert ve içten! Derince bir nefes alıp arkama yaslanıyorum , rahatlığımında bir kuşağı var. Düşündüğümde başımı döndürecek kadar uyuşturuyor bedenimi , uzaklaştırıyor arsız beynimi hoyrat yaşamdan. Daha ne istiyeyim ki? Daha neyin peşine düşeyim ki?.. İçimde 2 limon yaşatıyorum ve hergün bıkmadan usanmadan içimde yetiştiridiğim limonlarla birlikte büyüyorum. Büyümek , evet! Zafer cığlıklarım hergün biraz daha artıyor , hergün biraz daha gür cıkıyor. Ben döndükçe , bu dünya döndükçe , her tik-tak sesinde bir kez daha adını çağıracağım ve yanımda olucaksın biliyorum. İkimizin bu zafer ve kutlanacak her dakika limonun saf nefesiyle!

27 Kasım 2009 Cuma

Hiçlik lan Hicran!

HiçÇiyiz artık abi. Meselemiz burdan tekerrür edicek artık. Adımız anıldığında sıfatımız belli olucak! Olaylara asabiyetle yaklaşıcağımıza hafif pasifist bir tavırla karşı tarafa avuç içimizi göstererek "Hiçliklerde boğulasın emi!" nidaları atarak haklı zaferimizi kutluyacağız. Tanımadığımız öğretilere tamamen kapalı olup , tanıdığımız ve iyi bildiğimiz bütün yaklaşımlara doğum kontrol hapı tadında ağırdan ve sürekli bir uyarı çekicek sonrası ne olduğunu anlamadam hiçbir kanıya varmadan mevzudan uzaklaşıcaz. HiçÇiyiz abi , ne yaptığımızın hesabını kime vericez ¿ Kim çekicek bizim ağzımızın kokusunu ¿¿ kim vericek cekilmesi gereken acıların reçetesini hiçlikler içersinden?.. "Hiç ya boşa konuşuyoruz a.q" diyecek biri ve biz tekrar hiçbirşeye varamıyacağız. Artık karanlık cümleler kurmak zorunda değiliz abi. Üç kelime zaten bizi betimler , üstümüze krem şantiyi döker ve üşenmeden birtanede vişneyi bırakır.

Evvela ; Birgün düşünürleden biri şöyle demiş (adı aklıma hiç gelmiyor) "Bildiğim tek şey hiçbirşey bilmediğimdir!" Hay ağzını öpeyim dayı , ne kalendar ne mazmut şöylemissin! Ne hassas yaklaşmıssın ki olaya bizleri kendine kul köle eylemişin. Heryerinden öpmek istiyoruz abi. Bizi bilmiyorsun dayı sen , bizi hiç tanımıyorsun. Tek bilmediğin şey biziz aslında. Ha biz de seni bilmiyoruz adını hatırlamıyoruz lakin öğretilerine saygı duyuyoruz. Konuyu cok uzatmak istemiyorum dayı. Biliyorsun yolumuz hiçlikler içersinde , bizide sağda bırakırsın dimi? O kadar konuştuk , pohpohladık falan seni. Biliriz delikanlı adamsın. Kırma bizi be dayı. Burası cok uzak abi.. Ha?

In other words ; Sözün bittiği yerde hiç birşey demeden durup çekirdek çitletmek umarsızca... Ho ho ho! Sikindirik temalar olum bunlar , boş yani. Sadece yazmak istedik , hiç bilmem neden? Hayreti hürriyetime şaşıyorum zaten şu dakika. Kendime saygı duymayı şu dakika kesiyorum. Eh malum bu yazıyıda burda kesmek şarttır.
Kestik.

2 Ekim 2009 Cuma

Serdar Ortaç'ı pinçiklerim


Canlarım;

Uzun süren bir sessizlik sonrası içimdeki kıpırtılar ve Serdar Ortaç cılgınlığı üzerine iki laf etmeden gecemiyeceğim. Naif duruşuyla , kaliteli yaşantısıyla , herkesin imrendiği ve yoluna asfalt dökme noktasına geldiği S.O. benimde yakından pinçiklediğim bir insandır. Tvde sansasyon yaratmayı pek seven bu kişilik içimden geçen bütün tek keseli mikroorganizmik ampirik hayvanımsı yanlarımı bizzat yaşayıp bizlere sunmaktan kaçınmaması üzerine takdir-i şayan bir meselenin küllerinden doğup selam-ı zikri ettiği şu dakikalar ruhumun bütün boşluklarını doldurmuştur. Bu kadar uzun ve acımasız silsilesi üzerine kurduğum cümleler kendisini tanımlamakta yetersiz kalıp , benimde içe dönük planlarımın ağzına sıcmıştır. Bir gerçek vardır yakında , bellidir tadıdır ama yaklaşması ve dokunması cok zordur. SERDAR ORTAÇ! Evet , karakter olarak incelememe geçmeden önce kendisini anlamakta güçlük çekenler için şaaaaadet getirerek olayın mikrofiber tınısını yakalamaya çalışacağım.

Serdar Ortaç ki ;
-Asil duruşuyla karıları civiğinden cıkarıp , sakız ağaçları arasında kendisini aramalarını sağlayacak mistik güçleri olan
-Sesiyle binnur-u cihanda kendisini alkışlamayacak ve saygı duymayacak insan-ı zürriyet olmayan
-Ayakkabı numarasıyla hiçbir canlı varlıktan farklı olmadığını bizzat halkın içinden ve bizlerden biri olduğunu göstermekten kaçınmayan
-Kumar tutkusuyla , karıya kıza arabaya uyuşturucu ve ucucu maddelere amorfomis zilbiyittiniyemisinlere* dolduruşlara dolmuşlara gelmişine geçmişine zührüne zürafasına kadar yaşamış ve bizzat özümsemiş
-Müziğe kattığı "düm tek düm tek" Serdar Ortaç notasyonuyla aynılığından ve bayalığından da bir kalite cıkarmış
-Giydiği beyaz gömleğiyle , ilgi çekmekten ve bizzat kendisinin varolan veyahut olmayan şefkatli bakışlarını tamamlayarak masumiyet-ül kühüp bir duruşa sahip
-Yarattığı ikoncan sikkosakko muhabbetlerin asılsız kahramanı şahsiyet-i bombasyon herif

Bütün bunların ışığında meselenin özü şudur ki ; Ben hala Serdar Ortaç'ı anlayamadım. Nasıl bir insandır ki paradikmaları kendisine köle etmiş , ütopyaları yıkmakla kalmayıp temeline Asitik Alien Sidiği dökerek yok olmalarını sağlamış bir şahıstır.

Sözüm ona olmasada olur. Neden varsın Serdar Ortaç?!.
A.E.Olma!

*
Amorfomis Zilbiyittiniyemisin : 1. Bir efsaneye göre bulutların üstünde mülkü olan ve ses telleriyle insanların göbeklerini kaşıyarak huylanmalarını sağlayan tanrı. 2. Serdar Ortaç'ın göbek deliğinde yaşayan bir bakteri türü

25 Haziran 2009 Perşembe

Tempra Meselesi


Bizdeki Tempra aşkı bitmez. Cocukluğumdan beri görselliğine kurban olduğum tek araba varsa oda Tempradır. Gerek İç dizaynıyla olsun gereksede arka tamponun hafifce arkaya doğru kalkık olmasından mutevellit ön tarafa doğru hafif bir acıyla duruş sergilemesiyle olsun hakkatten sevmişimdir kendisini. Bir arabadan cok bir ruhtur , bir felsefedir ülkemiz için bir Alidir bir Memettir. Öyle içimize girmiştir ki cıkarıp atamayız. Hala daha üzerinden para kazanılabilicek bir yapıya sahip olan bu şahşiyet-i la bomba ileride sahip olmasını istediğim bir Pegasustur. Hakkıda beyazdır , kar tanesi gibi yollarda süzülmesidir. İşi bilen kişi tarafından kullanıldığı zaman hem tasarruf sağlayan bir iktisatcı hemide gayet temiz iş görebilen bir kiralık katildir. Halk arasında "Maganda Mercedesi" olarak bilinen bu yoğun bileşen Apaçi Ruhunun derinliklerini aydınlatabilicek bir yetiye sahiptir. Sözüm ona asıl beni etkileyen vurucu yanı ise iç dizaynı ve zamanın cok daha ilersinde bir teknolojiyle süslenmiş elektronik aksamlarıydı. Ne kadar benzin kaldığını gösteren ve hız olayını büyükcene orta kısımda rahatça görebiliceğimiz bir karakterteydi. Dediğim gibi işi bilen kişeler tarafından kullanıldığında 5er 5er artan hız göstergesi bir zanaatkarın işini özenle yapmasına denk düşücek nitelikteydi.
Ah Tempra Ah! Cocukluğumun son kısmı ve ergenliğimin en ateşli döneminde bende o kadar derin izler bıraktın ki seni aslan unutamayacağım. İdolum olmandan cok seni bir üstad gibi görmem ve o tadı aldıktan sonra başka ruhlara dokunmaktan korkmam sırf senin yüzündendir. Bu yazı sana olan saygımı ve sevgimi en iyi şekilde dile getirmemi sağladı. Gerçekten seni bütün damarlarımda hissedebiliyorum artık. Tanrı seni her zaman kutsasın ve başımızdan eksik etmesin İnşaaaaaallah! Sen bize , biz sana lazımız. Allahsın!

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Lemons on the air


Değişilmez , tartışılmaz ve karşıkonulmaz bir durum hava boşluğunda asılı kalmak. Hissederim her düşüşümde beni kucaklayan limonun karşı konulmaz nefesinde. O nefes ki beni ucurabilir , dünyanın etrafında milyonlarca defa döndürüp tekrar yanına kondurabilir. Ne envantere ihtiyacı vardır ne de İlahi bir taktire. Herşey belli başlı düzenler içiresinde yoğunlaşmış akıp giden duyguların ardından. Bir limonun içine sıkıştırılmış ve bana sunulmuş. Hiç düşünmeden kabul etmişim. Akıllara durgunluk veren bir sınavdan geçip uçmayı haketmişim. İsteyen için kolay ve anlam dolu bir yol. Durmak yok , durmadıkta. Tekrar yeniledik , gene kuçaklaştık gene 500er öpücük kondurduk limonun narin yerlerine. Yönlendirilmedik. Sadece ihtiyaç duyduk birbirinden saf ve titrek iki limonun ruhuna. Ne karamsardık ne de bizi ucuran havaya körü körüne saplanıcak kadar iyimser. Arada kaldık. Bu arayı biz yarattık. Biz koyduk kuralları , biz tartıştık limon günahlarının düzenini. Sırf bu yüzden mühteşemdi ve tekti. Biz iki limon yarattık hayatın bütün cetrefilleri arasında. Hergün suladık ve sulandık. Her ısırdığımızda limonları ağzımıza doldu Hazar Gölünün suları. Asılı kaldık karşı konulmaz ruhani hidrojen suları sayesinde. Şemsiyeler ve envanterler sadece gösterişten kaçmak içindi. Herkes gibiydik sonuçta. İki et parçası. İki Limon olduğumuzu kim söyledi size ha?. Sırf bu yüzden elimizde ki şemsiye. Yalan. Neden uçtuğumuz aşikar ve yalın. İki limon var midelerinde limonun hidrojen içeren suyu.

Neyin önemi var ki bizi güldürücek ve ışımamızı etkileyecek. Biz sizden uzaktayız ve arşı delme isteğiyle hergün biraz daha meşgülüz. Ses cıkarmadan ve hergün biraz daha derinleşerek. Derine inerek uçmak nedir bilir misin?. Kan basıncımızın her artışında dahada uzaklaşıyoruz sizden. Sadece görmek yetiyor. Görmek ve hissetmek. Sonrası arşa değicek birgün başımız. Birgün kafanızı yukarıya kaldırdığınızda iki limon görürseniz sakın ha şaşırmayın. Tanıdık gelsin ki sizlere gülümseyin. Biz kahkahalarla raks ediyor olucağız tamamen bize ait olan katmanın huzurunda..

25 Nisan 2009 Cumartesi

Toynak Pisliği


Derdim büyük.
Nasıl anlatsam hani şu tırnakların arasında pislikler olur ya kara kara , istemiyorum artık. Yetti. İsyankar gecelerden artakalan bu kara kalıntıları istemiyorum nacizane tırnaklarımda. O kadar naif bir duruşum var ki façamı bozuyor bu kara şeyler. Oturup düşünmeye itiyor sonra sonra ansızın lambaları patlatıyor üstüne üstük kalemi elime alınca denyodenyo suratıma bakıyor bu gudubet şeyler. Sıyrılmaya çalışıyorum yaralarımdan. Tırnaklarımı sökmek hatta bazen bütün parmaklarımı kesip kurtulmak istiyorum bu zehirden. Olmuyor. Gene varlar gene ordalar. Her sabah kalkıp aynaya baktığımda yanlış nerde diye sormaktan bıktım usandım. Biliyorum evet biliyorum yanlış nerede. Yanlış bende. Kendimce geliştirdiğim tezin bütün okları beni gösteriyor. Farkettim ki gece icilen içki miktarına bağlı olarak bu oluşumlar artıyor. Bildiğin doğru orantılılar , öyle körü körüne bağlılar birbirlierine. -Alköl vs. Toynak Pisliği Teoremi (bkn :Grp 1.2)- Hani zaten kaçamam bu gerçeklerden , kacılacak gibi değiller cünki karalar böyle simsiyahlar. Üstelik bir değil 10 taneler.

Utanmasalar ayak parmaklarımıda istila edicekler ki gecen böyle bi oluşuma şahit oldum. Farkettim ki bu pisliklerin bir yararı var ayak parmaklarıma. Şöyle ki ; yanlızlıktan olsa gerek öyle ayaklarıma takıldım , bi güzel araştırdım tırnaklarımı falan. Farkettim ki Mezazoik devirden pislikler katılaşıp tırnağa karışmış. Güç katmış her bir tırnağa , can katmış yorulmadan. Ayak toynağı pisliği kraldır.

Gel gelelim ki nacizane ellerde durum pek bi dramatik. Faça bozan el toynağı pisliği! Bunlara karşı yapılabilicek yegane şey "0.5 Rotring Kalem Taaruzu"dur. Savaş silahımdır pisliklere karşı , affetmem sökerim tırnaklarımdan tomar tomar. Öyle bir zevktir ki lif lif tırnağın kenarına ittiğim siyah irrezil pislikleri görmek. Sonra ya üflerim ya elimle iyice sıkıp öldürürüm ya da yerim onları! Zaferimi pekiştiririm , mutluluktan deli divane olurum. Ben böyleyim abi. Sevmediğim şeyi yerim! Ziyankar değil bilakis pek bi muhterem insanımdır. Sindiririm için-için denyosal oluşumları. Herneyse cizdim ben kafayı iyice bugünlerde. Kesiyorum.
Kestim ,
Tırnaklarımı lan sadece.




15 Nisan 2009 Çarşamba

deeply in love with Aleminyum Folyo

Elimdeki aleminyum folyoya bakıyorum. Yakıştırıyorum kendime. Sakallarımı gümüş rengine boyayıp ona sevgimi nakış nakış işlemek istiyorum boş tual misali folyonunun üzerine. Ceyizimi alaminyum folyo üzerine inşa ediceğim zaten. El işi , zanaatkar bakışlı ve başıboş bi düzen icerisinde. Sakızların etrafını sararlardı kucuk folyolarla o vakit başlamıştı benim sevgim bu haylaza. Atmaya kıyamaz cebimin orasına burasına sıkıştırırdım. Fakat annemin gazabından kaçamazlardı. Her fırsatta avuç avuç folyoyu bana gösterek "Olum sen deli misin? Niye biriktiriyorsun bunları" derdi. Ah ah hiç bir zaman gerçeklerden bahsedemedim anneme. Oysaki folyo ile aşk yaşıyordum amansız zamanın vuslatında. Zaten sonra sonra cok başka işlere yaradığını anladım folyonun. Oysaki bensizliğimin etkisinde boş bir tual olmaktan coook daha öte bişeymiş haylaz folyo. Kaçamadım ki öpücüklerinden , kaçamadım icime nefes nefes işleyen dokunuşlarından. Her dokunuştan sonra gelen ansız öksürüklerde cabası. Seviyorum abi. Farklı bi sevgi benimkisi. Böyle hışır hışır edişi varya her elime aldığımda. Ölürüm ulan. Hele ona her baktığımda kendimi görmem yok mu , Amanın öliceğim aşkımdan! Skye hanımefendi de pek bi güzel söylemiş 80lerin efsanevi aşk şarkılarından "Call me" parçasını. "Colour me baby your colour , baby" diyerek girişi tam aşkıma işaret sanki. Gün gelecek ben de gümüş rengli tanda ağırıp tel tel dökilicem haylaz folyomun üzerine. Gümüş entarini giy bekle beni seni gidi seni folyo seni.

Hissediyorum , büyük adam olucam ben. Öyle destanlara ninni olucam falan. Haylaz folyom ile kaplanların gözünden ışıyacağız hayata. Silikon tabancasıyla folyonunun üzerine aştığım kabartmaları doldurucağım. Her anını dillendireceğim tabancam ile. Yaparım biliyorum.
Cünkü hissediyorum.
Seviyorum.
Dağıtırım.
Cımbızla alnından kıl cekerim.
Benim bugüne bugün pürüzsüz bir folyom var.

31 Mart 2009 Salı

çiçekler ve cabası

Şimdilerde trend çiçekler arasında fotoraf cektirmekmiş , tekrar tekrar obje betimlemleri. Bir de ciceklerin mutluluk sembolu olmasınıda anlamam. Zaten bu trendide optimist insanların cıkardığı aşikar. Ağır bir optimist olarak bu olay karşısında sessizliğimi koruyorum. Korumak zorundayım. Çiçek falan. Aslında çiçekleri severim biraz. Açmak için farklı meziyetlere ihtiyac duyarlar. Sulamak lazım , toprağını bol eylemek lazım falan. Annem çiçekleri daha efektif açsın diye bira dökerdi diplerine. Zaten sonra sonra çiçekleri tam anlamıyla sevemediğimi buraya vuruyorum. Bizde çiçeğe dökilecek bira yok efendim. Fakat bazı cicekler vardır ki bol bol bira dökmek lazım. Yaban Mersin'i galiba zor açan bir çiçekti , ona cok bira dökmek lazım mesela. Direk şişeyi boca edicen , başını döndiricen ki açsın cicekcik. Güzel güzel koksun , oh mis. Yaşadığın ortamdaki karbondiyoksiti alsın yerine yaşaman için gerekli Oksijen pompalasın , daha ne istersin.

Çiçek iyidir.

Bir başka yöntem de galiba soda ile aspirini karıştırıp çiçekleri sulamaktı. Kimyasal bağımlısı çiçekler işte. Hem içkisi var , hem zıkkımı. Cebe zarar bu çiçekler valla. Çiçekler emek isteyen hayvanlardır ama bağımlılardır. Elbet bazı çiçeklerin hayli işe yaradığıda bilinir. Sömek sömek , öbek öbek. Ben bunlara izci cicekler diyorum. İzinden gidicen bunların. Öyle çiçeğe can kurban. Ne basur kalıyor ne dert. Hay bu çiçeklerin ben. Karar verdim , ben bazı çiçekleri cidden seviyormuşum.


Çiçekleri sevin. Çiçeklerle fotoraf çektirmeyin.

Blog'a Fan Aranıyor

Fan arıyorum abi. Merak ediyorum sizleri. Şimdi bu kadar yazıyoruz ediyoruz , lakin kimler okuyor bunları bilmiyoruz. Eh bildiklerim var , onlar zaten Canlarım. Aslında hepiniz benim için mini mini değerler taşırsınız da Siz kimsiniz önce onu belli edin. Sözün onlara sizlerden nacizane birşey isteyeceğim. Şöyle ki Bu yazının altında yorum yazın tarzında bir hede-hödö olmalı. Eh oraya girip gayet yorum yapabilirsiniz. Bilinki siteye üyelik falan gerekmiyor. Gayet minimal bi hezeyan. Gir yaz , cık. Burdayım de yeter. Sayıcam sonra tek tek sizleri , sonra dağıtıcam sevgimi. Herneyse bu durum böyle , bunu bilin.
Camiden eşfraflı imam kesitleri sunar gibi oldum , vaaz verir gibi hissettim inceden. Kurban derilerinizi Lahmacun Sevenler ve Afiyetle Yiyenler Vakfına bağışlayın , onlar size ucuz kıyma ve kuşbaşı et olarak geri dönicek falan. Oyy.

Kısaca ; Yorumlarınızı bekliyorum lan!.

24 Şubat 2009 Salı

Lahmacunizm


Lahmacunist Kardeşim Zalım Apo bugün benden bir istekte bulundu. Dedi ki ; "Abi bu lahmanucizmi insanlara tanıtalım." Eh ne diyeyim , tanıtalım Apocan.

Başlıktada belirttiğim gibi aslında anlatmak istediğim silsile ile sikindirik bir felsefe etrafında kurulmuş bu hezeyanı kimilerine göre ideolojiyi (Apo n' me) açıklamakla yükümlüyüm an itibariyle. Aslına yemek yemenin , et (inek ve kuzu hatta zebra) sevmenin bir yükümlülüğüydü bu. Kaçınılmaz bir sonun başlangıcıydı , amansız savaşlara anlam yükleyen bir mevzuydu. O noktada baş başa verdiğim Apo kardeşim ile oturup etraflıca muhabbet ederken -genelde etten ve aponun efsane bir aşçı olduğundan konuşuruz- atıverdik ortaya Lahmacunizmi. Bir sigara yaktıktan sonra başlıyorum yoldaşlarım sizlere mevzuyu anlatmaya.
Yaktım , başlıyorum.

İlk olarak Dünyanın en büyük Lahmacunundan yola çıkıyorum. O lahmacun ki , Erzurumun yemyemyeşil otlaklarında otlayan besili mi besili ineklerinden yapılan bu lahmacun her görende efsane bir açlık uyandırıp , insanların yemede yanında yat keseçeği tetikler. Sonra sonra yemeyipte yanında yatan insanların dünyanın ne büyük Lahmacunu etrafında şehirleşerek Efsane şehir "Diyarbakır"ın kurulmasını sağlar ve hikayemiz böyle başlar.

Diyarbakırdan kopup gelen Apo kardeşimin gönlünde yatan bu lahmacun aşkı ile ben denizin bi mükabele açlığı birleşince Lahmacunizm doğar. Öyle ki , Lahmacunun yetiştirdiği bir nesil olan bizler , lahmacuna körü körüne bağlı olup gerekirse uğrunda ölen birer mücahite dönüşürüz. Hatta ve hatta 3. Dünya Savaşının Lahmacun üzerine kurulaçağını düşünüp , gittikçe azalan doğal kaynakların sonuçu yakıt olarak lahmacunun kullanıcağını varsayarız. Bu uğurda Apo Kardeşim ile "Lahmacun Kitle Silahları" geliştirmekle meşguluz bu aralarda. "Lahmacun47 , L3 , ApaçhiLahmacun Helikopterleri -ki pervane yerine Lahmacun koyup çok fena verim alıcaz- , Güdümlü Lahmacun Füzeleri vesayre.." silahların patentini almak için de sıra beklemekteyiz. Alnımız ak , lahmacunumuz bir! İhtiyaçımız olan kuvvet ise midemizde guruldayan Lahmacunda gizli!

Ey Lahmacunistler!
Sizler ki bu ulusun yegane ve engin açları! Gelin bir olalım , gelin dünyanın en büyük lahmacununu birlikte afiyetle yiyelim. Gelin ki gözümüz doysun!

Apo Kardeşim burdan sana seslenirim. İstikbalimiz Lahmacunda gizlidir bilirim. Lahmacununun fendi elbet herkesi yenicek birgün. O gün ki biz kral olucaz. Lahmacun Krallığını kurucaz! Yılmadan ve bıkmadan Lahmacunun izinde tek yürek!

3 Şubat 2009 Salı

herneyse , ben zaten andiro-it-im

Kaza kaza dibine inilicek kuyu bırakmadık şu dünyada. Sonra sonra stabil bi hayata kavuştum. Mutluyum. Nimetlerim var. Yararlanıcak envai çeşit askerlerim var. Durdurak bilmeden etrafımda akıp giden bir hayat var bana inat. Erişilmesi güç bir yaşam seçmek dediğin nedir ki?. Bırak aksın gitsin parmaklarının arasından , sen sadece hissetmeye çalış umarsızca sürtünmenin getirisini. Ya sonra ne olucak diye sor kendine tekrar tekrar. Olmadı bir yere çakıl kal , uzamaya çalış. Uzadıkça daha elastik ol. Daha da savrul sağa sola seni savuran rüzgarla. Elinden tutmasını bekle bir hazinenin. Değer biçilsin sana , o değere göre yaşa. Kimsenin seni satıl almasına izin verme , yegane kişiye ait olduğunu hisset ve bil. Endekslendiğin kişinin kölesi ol , onun da senin kölen olmasına dikkat et. Farklılık kat ama farklı olma. Kendin ol. Ona uy. Oyuna gel. Oyundan çıkma. Zaten bu bir oyun.

Demeye kalmadan , yapılabilicek şeylerin dolmasını izleyenler varmış. Dolar geçer , yeni şeyler yapılır. Olaya renk katılır. Kovalanır , bulunur. Kan kırmızı tekrar hissedilir. Olurken bunlar kazanılır hazine tekrar tekrar.

Aidiyet denen şey bu olsa gerek. Bıkmadan usanmadan hazinen peşinden koşmak...

27 Ocak 2009 Salı

metal sıçan şempanzeler

Kafamda gelişen semazenler var. Fır fır dönmekten ziyade kafamı sikmeye programlanmış gibiler. Program dediğin de vahii tarzı ruhani birşey. Zaten direk ruhumun ırzına geciyorlar. Hani gelse şöyle karşıma geçse , kim kimi düdüklüyor göricez. Hodrimeydan ey sikişken semazenler. Biz bisküvi çoçuğu falan değiliz hani. Döveriz olmadı ayırırız. Bizde buna programlandık. Bir karıyı seversem , ya döverim ya ayırırım. Ben karıyı bana gelmeye iterim , oda gelir. Vasıflarımın altında gün görmemiş bir Zorba yatmıyor değil. Hele bir günümü gösterseler , elime alıcam maşrapayı döve döve ağlatıcam bu semazenleri. Ritmik ve sikindirik şekilde dönmeleri cok geriyor beni. Kendilerini tek tek öldürüp kaza süsü vermek istiyor insan. Kitle kaza süslü imha silahi edinicem olmadı. Maşrapa ile akıllanmaz bunlar. Hızlı ve çevikler. Kalifiyeliler ibneler. Alayına giderim var sırf bu yüzden. Kaliteli dürtüyorlar aciz ruhumu.

Sözüm ona Kurumsallaşmamış bir insanım ben. Savunma yönüm aksıyor , eh doğal olarak sağlık kanadımda. Tamam spesifik yönlerim yok değil. Lakin yetersiz kalıyor kaşınan yaraların iyileşmesini seyredirken tiktak sendromu gücü ile vuran döngülerin tekrar tekrar yaralarımı deşmesi. Kökten gelen etnik başarılarımızın susayan hücrelere akıttığı kırmızı ruhani şarapların suyunu çekmesi karşısında çaresiz kalmasıda ayri bi tebessüm oluşturuyor bu semazenlerin suratında. Bunu görünce hallice ikiye katlanıyor garezim. Yaptığı işten zevk alan ruhani şempanze olur mu hiç? Senin işin hissetmemek , senin işin odaklandığın işi mekanik bir tohumun yeşerip metal doğurması gibi anlaşılır ve basit. Hala neden gelirsiniz üstüme? Susuyorum ve sizleri dinliyorum.



22 Ocak 2009 Perşembe

tantum vol.2

Lakayıt ve gereksiz bir tanısma sonucu düzeylerini bile ölcemedigim insanların fantastik ogelerle kendilerini kolajladıgı hissedince kucuk bir tebessumle terketmiştim kimilerine gore alice harikalar diyarı kimine gore rutubet kokusunun ele gecirdigi ufakcık odayı. İlk tepkilerimi ölcmeye kalkısmamam silik bir tanısma olarak sevişmemizin cok kısa ve tutarsız olmasından ileri gelmişti. Ama bunye arzularına ket vuramıyordu. Damlarlar ivmesini yakalamıstı ust uste gelen kucuk ve kokusmus hayatın artıkları. Ve düşündü. Belki kinayeden belki de bir anlık kaygan zeminde amuda kalkma isteginden midir bilinmez kosarak ezcane yolunu tuttu. Artık betimlemerden arınmıstı bunu eczacıya sordugu yaban "bir kutu Tantum alabilir miyim?" sorusuyla daha da hissetmişti. Artık tekti ve cıplaktı elindeki tantumun transparan derisi altında. Gülmek istedi kendine ki güldüde icinden hunharca. Artık pimini cekme istegi sevdicegiyle birleşmeyi arzulayan dudakların kırmızılıgından daha canlıydı. Cekti pimi. Agızda bonibom hissiyatı veren kucuk beyaz tabletler. Kucuktuler ve sadece 10 kişiydiler ama titriyorlardı boğazdan geçişleri anında. Hitlerin tantumları... Bir an önce kafa olması isteği... Öncelikle Hitleri görmek istiyordu. Sadece 1 dakikada köprüyü yıktırmıstı bu adam askerlerin barut dolu ayakkabıları. Fitili ateşlemişti ve "Boom!" kopruden gecerken patladı barut ayaklar... 1 saat ve bir yutkunmayla başladı tükenmeye. Ya sonrası diye dusundu? 1 saat sonrası... Delilik anı... tik tak sesi cok silik...tınısını kaybekten yana ,biraz kapalı ama biraz kaçık! Sonrası keşmekeşin başlangıcı, biraz insafsız ki densizliği üstünde durmadan ve kesintisiz soruyor ; tukenen ben miyim yoksa mide suyuyla sevişen 10 kucuk tabletin emisyonu mu?!.

Birden sağa donuyor!Ve Isıklar... Artık eskisi gibi asılı kalmıyorlar!..

Duyrulur 40 yaşına girdik.

Farkettimde 40 adet yazı yazıvermişim bugüne dek. Düşündüm ki ne kazandık , ne yitirdik bu zamanda?.. Belliki dengeler değişti , ben değiştim , etrafımdakiler değişti , sıctığım bokun kütlesi bile değişti. Herşey değişedursun , durumumun rahatlığı ve maneviyati daha bi önemli konu aslında. "Tallest Man on the Earth" dinlediğim şu dakikalarda ben de kendimi dünyanın en uzun insanı hissediyorum. Kendimi cok sever oldum birden. Neden? 40 tane yazı yazmışız be muhterem. Anlatmışız kendimizi , etrafımızdakileri , değişimi falan. Ne iyi olmuş ki yazmışım. Yazdıkca ben ben olmuşum. Yoğrulmuşum yazılarımda , dökmüşüm icimi kana kana. Öyle güsel dokunuşlar var ki... Öyle farklı hezeyanlar var ki bu yazılarda.

Ne farklı değişiklik olmuş ki yazmışım. Farklı bir kaçış aramışım kendime. Zaten kendimi bulmam buralarda beni dünyanın en uzunu ilan eder ya. Yazdıkça uzamışım , yazdıkça gerçeklerden kaçmışım. Boyun kaç denmeye gelmeden , atmosferi delmişim meğer.

Ne manidar olmuş ki yazmışım. İki cümleyi peş peşe getirmişim birşeyler anlatmışım. Bazen fantastik kahramanlar olmuşum bazen fabılımsı bir denyo. Olmuşumda olmuşum. Sizlerde böyle oldunuz , benden farkınızda yok ha bunuda söyliyeyim. Ha ben ha sizler. Biz bizdik , siz sizdiniz. Bazen ben de siz oluyorum. O zaman siz ben oluyorsunuz. Sizli bizlilerden kaçmışım da buralarda. Uzaklakmışım formaliteden. Kanım kaynamış sizlere. Maniler yazmışım adınıza , Methiyeler dizmişim insanlığınıza.

Birde dikiş tutturabilsek daha iyi olucakta ah işte gündelik fakir hayat...
Daha fazla eleştiri gelse , daha fazla yorum yapılsa cok cok daha iyi olucak. Eğilicem birşeylere , bakıcam önüme arkama.

Sonuç olarak zebralarım ; 41. yazımı bitirmek üzereyim ve bu noktaya gelmemde bana yardımcı olan bütün insanlara teşekkür ediyorum. Tek tek adlarını saymak istemiyorum , zaten iki bilemedin üç kişiler. Öperim onları tek tek gıdılarından. Bokunu yediğim insanlar onlar. Herneyse daha nicelerine diyip kesiyorum.
-Kestik-

18 Ocak 2009 Pazar

this is captain speaking!

Nasıl girsem bilemedim , doğum günü pastası içinden mi çıksam , kinder süpriz yumurtanın mı? Ölçek önemli burda. Sakin bir kütle , cıvık bir beden. Bi sigara daha yakiyim ki pıhtılaşsın kanım belki bir nebze katılaşır , yerküreye erişen her damla lav misali. Yaktım. İçime çekiyorum şu anda. Beklemedeyim. Bir çözebilsem ne olduğumu hemen aktarıcağım. Bir fırt daha.. Hala beklemedeyim. Zın zın...

Bağcıyım ben bağcı! Döverim!
Teknik yetersizliğin baş göstermesi üzere bu yazıya devam edemiyeceğiz.
Nacizane durumların yegane çözümünden bir fırt daha icersem , ortada ne bağcı kalıcak ne de irdelenmesi gereken bir hayat.

Hayat bağcının dövdüğü dağlı adamda gizlidir dostlarım. Döve döve ağzından kan getire getire yenilenmiştir de bu hayat. Bazıları çıkagelir cebimde bir avuç kan , sakın ha aldanmayın dostlarım bu adamlara. Hayat bizzat hasta etmiştir bu adamları hatta verem etmiştir verem, kan kusturmuştur. Ele güne karşı kan savaşı!
Benim avcum sizinkilere göre daha büyüktür dostlarım. Ben büyük bir insanım. Kütlesel anlamda ha sakın yanlış anlaşılmasın. Kütle dedikte akıllara azıcık üst tarafta değindiğim sikindirik olay geldi. Düşün ki kan pıhtılaşmış el olmuş , avuç olmuş. Ohannes demekten kendinizi alamıyorsunuz biliyorum ama açıklamak isterim ; ben Süpersonic bir insanım dostlar. Kütlesel anlamda zın zın yanlış anlamayın. Benim bir de iki elim var. "Ha naber?!" edalarıyla ukelalıkta ederim ara ara sırf bu yüzden. Aldanmayın dostlar bana. Ne olay örgüsü var bende ne de teyzelerin nineler ördüğü hayattan bir parça.

Bunu böylece bırakıyorum. Ben şimdi kanun çalmaya gidiyorum. Calıp calıp eğlenicem. Ara ara iki elimi birbirine vurucum. Şak Şak! Kendim bizzat süpersonic insanım demiştim size , hem kanun calar hem iki elimi vururum ben birbirine! Ben böyle bir insanım. Hiç olduğunu bildiği halde bir hamleyle mat ederim kendimi. Herneyse candostlarım , gelin birlik olmayalım. Haa zırt erenköy!

Hoyrat akşamların efendisiydi küçük hayat. Sonra sonra büyüdü adam oldu. Haylide büyükçeydi hani , cebinde kunduralar taşırdı ihtiyacı olana. Böyle geldi ve birden gitti arkasında peşi sıra "Dıttt!" sesiyle.

Dıt dıt dıt...


2 Ocak 2009 Cuma

Benim hem etli hem sütlü arkadaşlarım var.

Benim çok kalendar arkadaşlarım var. Bir bakmışsın hayata parmak kaldırıyor , bir bakmıssın hayata kalkan parmağı bizzat kendi emiyor. Emiyor ki hasret gideriyor. Cocukluktan bi harap günlerini anımsıyor. Sığınıyor kendi içindeki cocuğa , veriyor vakt-i zamanında hayata kaldırılmış parmağı ağzına. Lolipop oluyor hayat. O hayattan ben ne anlarım. O hayat boştur ve emilmeye mahkumdur. Sonları birde o parmağı bir yerlerine sokmaya sokturtmaya mehilli olanlar da var. Fakat ne ben adabımı bozuyorum ne de bu şahışlara burda yer vererek hiç yoktan bir sıfat yüklenmelerini istiyorum. Sözüm ona , benim cok değişik arkadaşlarım oldu. Kah beni güldürdüler , kah gene güldürdüler. Bazı durumlarda değerlerini verdik , bazı durumlarda değerlerini bir türlü veremedik. Yani anlıyaçağınız bazı bazı durumlarda değeri olmayan bir insanlara tuttuk değer verdik. Cok karamsar bir yazı oldu ki değer yargıları falan bizim gibi sevimli insanlara ters. Herkesin değeri birdir , herkes candır , herkesin başımızın üstünde yeri vardır. Gelin canlar bir olalım , dağ tepe ova kuralım. Minia-rkadaş!

Benim cok zalım arkadaşlarım da olmadı değil. Hayatın inceldiği yerden kopan insanlar bunlar. Bir türlü kopamamış ama kopmaya programlanmış küçüçük zalımlar bunlar. Hayatın dengesi altında topuklarından vurulmuş insanlardan bahsediyorum. Öyle ki topuklarından vurulmaları sonucu oldukları yerde kalakalmışlardır bunlar. O hayat senin bu hayat benim değilde , durağan bir hayatın yağnisi olanlar hani.
Herneyse , belliki kalın telden konuşuyorum bu gece. Zaten bu gece benim gecem! Bu gece benim ve cok sevdiğim arkadaşlarımın gecesi. Maneviyatta sınır tanımıyanların , gönlünden ansızın birşeyler kopanların gecesi. Bu gece onun bunun gecesi değil , bizzat bizim hatta bu mekanı biz kapattık bu gece!
Şimdi bütün bu kolpalıkların arasından sıyrılan mevzuların bahsini ettik accuk. Sonuca gelemiyorum. Sonuc cok karanlık gibi gibi.
Elde kaldı 5 , yolda kaybettim 555.
Ben zaten iki taneyim , geriye kaldı üç.
Üç. Üç kişiyle de bi bok olmaz be kardeşim. Ne top oynarsın , ne bilgisayar oyunu oynarsın sadece ip atlarsın ilahi mümtaz!
İp atlamak zaten bize yakışmaz , biz delikanlı türk erkeğiyiz. Gerçi 3 kişiden coğunluk karı gibi gibi. O zaman hiç etliye sütlüye bulaşmadan sözümü burada kesiyorum.
Hop kestik!